İnfografik: Blockchain Teknolojisi

Seyhan Hukuk Bürosu, hukuk ve tasarımın buluştuğu çalışmaları desteklemektedir. Ofisimizce hazırlanan infografikler; hukuki bilgileri daha anlaşılabilir şekilde ve görsellerle destekleyerek okuyucularımıza ulaştırmayı hedeflemektedir.

Sözleşme Özgürlüğünün Bir Sınırı: Genel Ahlâka Aykırılık ve Kelepçeleme Hükümler

Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 26. maddesi “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler.” hükmü ile sözleşme özgürlüğünü düzenlenmektedir. Bu madde ile hukukumuzda sözleşme özgürlüğü ilkesi kabul edilmiştir. Öte yandan kanunun devamındaki maddeler ise sözleşme özgürlüğünün sınırlarını belirlemektedir.

TBK 27. madde sözleşme özgürlüğünün sınırlarını “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür.” hükmü ile çizmiştir. Bu maddedeki kavramlar ise doktrin ve yüksek yargı kararları ile birlikte şekillenmiştir. Maddede geçen “kanunun emredici hükümleri” ifadesi net bir biçimde anlaşılmakla beraber, “ahlak” “kamu düzeni” gibi kavramlar oldukça soyut ve göreceli kavramlar olduğu için genel olarak tartışmalara konu olmuştur. Ancak pek çok gelişmiş demokraside benzer kavramlarla sözleşme özgürlüğüne sınırlama getirildiği unutulmamalıdır. Örneğin Almanya’da geleneksel hukuk kurallarından bu yana (günümüzdeki modern Alman Borçlar Kanunu’nda ( BGB) da) genel ahlâka aykırılık hükmü düzenlenmiş (BGB § 138) ve genel ahlaka aykırı olan sözleşmelerin batıl olacağı kabul edilmiştir.

Genel ahlaka aykırılık kavramından ne anlaşılması gerektiği tartışmalara konu olan önemli bir konudur. Bu konu ile ilgili Almanya’daki ilginç bir kararı anmanın faydalı olacağına inanıyorum:

Almanya’da 2013 yılında çekilen “Fack Ju Göhte” adlı film oldukça başarılı olmuş ve gişe rekorları kırmıştır. Filmin yapımcısı markayı tescil etmek için başvurduğunda ismin “genel ahlaka aykırılık” teşkil ettiği gerekçesi ile marka tescil başvurusu reddedilmiş, bu karar Alman temyiz merciilerinde de onaylanmıştır. Ancak söz konusu başvurunun reddine ilişkin AB Adalet Divanı’nda yapılan yargılamada karar hukuka uygun bulunmamış ve bozulmuştur. Bu noktada bozma kararı, sosyal bağlam üzerinde yoğunlaşmış olup “ortalama tolerans ve duyarlılığa sahip makul kişinin esas alınması” gerektiği belirtilmiştir. Filmin Goethe Enstitüsü’nde dahi eğitim amaçlı izletildiğinin altını çizen kararda filmin izlenme oranları ve tartışmalara bakıldığında “nasıl genel ahlaka aykırılık teşkil ettiğinin somut bir biçimde ortaya konması gerektiği” belirtilmiştir. (Eker, Fack Ju Göhte Kararı, IPR Gezgini)

2020 yılında alınan bu karar oldukça önemlidir. Goethe gibi büyük bir yazarın İngilizce’deki “F*ck You” küfrünü çağrıştıran bir biçimde ve alaycı olarak ele alınması referansıyla karar alan Alman mercilerinin konuyla alakalı kararları haksız bulunarak bozulmuştur.

Ülkemizde ise genel ahlâka aykırılık kavramının çerçevesi, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 1948 yılında aldığı kararda şöyle izah edilmiştir:

“Bir akdin kanuna veya ahlâka ve adaba aykırı olup olmadığı konusu yoruma bağlı sorunlardandır. Bu yorum yapılırken yalnız Borçlar Kanununun koyduğu kurallar değil; memleketin sağlık ve intizamını, inzibatını sağlamak amacı ile konulmuş diğer mevzuat da göönünde bulundurulur.”  (YİBK. 14.1.1948 T., E.20, K.2)

Bu içtihatı birleştirme kararının vurguladığı önemli bir nokta vardır ve o da şudur ki:  Bir hükmün genel ahlaka aykırı olup olmaması yorumu sosyolojik bir şekilde değil yine hukuka bağlı bir biçimde genel bir hukuk zihniyeti içerisinde yapılmalıdır. Bunun en güzel örneğinin “kelepçeleme sözleşmeler” olduğunu düşündüğüm için bu noktayı kelepçeleme sözleşmeler ve hükümler ile açmak istiyorum:

Kelepçeleme sözleşmeler yüksek Yargı kararlarında doktrinden alıntılanarak şu şekilde tanımlanmıştır:

“Sözleşmeler bazen hukuka değil, ancak ahlaka uygun olmayabilir. Ahlak kuralları, hukuk kurallarından farklı olarak yazılı olmayan kurallardır. Toplumun değer yargıları ve ahlak anlayışı bir davranışın ahlaka uygun olup olmadığını tayin eder. Bu nedenle, ahlak kuralları zamandan zamana, toplumdan topluma hatta yöreden yöreye değişirler. Sözleşmenin ahlaka aykırı olup olmadığı, toplumun ahlak anlayışı göönünde tutulmak suretiyle belirlenebilir (Kılıçoğlu; 2012: 95). Bahsi geçen ahlaka aykırı sözleşmelere, ekonomik olarak zayıf ve diğerine muhtaç durumda olan sözleşme tarafının, kendisinden daha güçlü diğer tarafın isteklerini kabul ederek imzalamak zorunda kaldığı sözleşmeler örnek verilebilir. Öğretide kavram birliği olmasa da, bu tür sözleşmelere değişik isimler verilmiştir. Bunlar arasında;  “kelepçeleyen sözleşmeler”, “köleleştiren sözleşme”, “cendere sözleşmeleri”, “kımıldamayacak bir surette bağlama sözleşmesi” sayılabilir (Ünal, 2012: 2-5).” Yargıtay HGK. 22.05.2013 T. E:2012/11-1601, K:752

İzah edildiği üzere kelepçeleme sözleşmeler veya hükümler, sözleşme özgürlüğünü, sınırsız bir biçimde orantısızlaştırarak bir tarafın çeşitli kişilik haklarını veya özgürlüklerini sınırlandıran sözleşmelerdir. İlk olarak Almanya’da ele alınan bu kavram özellikle Alman hukuk camiasında oldukça tartışılmış ve çalışılarak geliştirilmiştir. Ülkemizde de bu kavram üzerine çalışmalar mevcut olup yüksek yargı kararlarında zaman zaman atıf yapılan kavramlardan birisi haline gelmiştir.

Örneğin bir Yargıtay kararında “Anayasa’nın 48. maddesi uyarınca herkes çalışma hürriyetine sahip olup uyuşmazlığa uygulanması gereken 818 Sayılı Kanunun 19, 20, 155, 161 ve TMK’nın 23. maddeleri karşısında davalının sözleşmenin sona ermesinden sonra 3 yıl süre ile aynı alanda faaliyet gösteren bir başka şirkette hiçbir görevde çalışamaması bir rekabet etmeme koşulu değil, kelepçeleme sözleşmesi niteliğinde olup, davalının ekonomik özgürlüğünü kısıtlayan bir hükümdür. Dolayısıyla buna dayalı cezai şart koşulu da geçersizdir” (Yargıtay 11. HD. 01.07.2014 T. E: 6520, K: 12577, e-uyar.com ) şeklinde verilen karar ile kelepçeleme sözleşmelere atıf yapılmış ve sözleşmedeki bir hüküm geçersiz sayılmıştır.

Yine bir başka Yargıtay kararında da “Sözleşmenin tarafları, sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde sözleşmenin konusunu ve cezai şartın miktarını belirlemede özgür iseler de, bu özgürlüğün sınırsız ve sonsuz olduğu söylenemez. BK’nun 19, 20, 161 maddeleri bu özgürlüğün sınırını çizmiştir. Cezai şart borçlunun iktisaden mahvına sebep olacak derecede ağır ve yüksek ise, adap ve ahlaka aykırı sayılarak tamamen veya kısmen iptal edilmesi gerekir.” (Yargıtay HGK. 22.05.2013 T. E:2012/11-1601, K:752) şeklindeki ifadeler ile dava konusun hükmün genel ahlaka aykırılık teşkil ettiğini vurgulamış ve kelepçeleme bir hüküm olduğundan bahisle geçersiz saymıştır.

Bir başka yargı kararında ise Franchise sözleşmesi bir bütün olarak ele alındığında davalının ticari faaliyetlerini ipotek altına alan kelepçeleme niteliğinde bir sözleşme olduğundan sözleşmede yer alan düzenlemenin adil olmadığı açıktır. Bu husus bilirkişi raporunda da açıkça ifade edilmiştir. Kelepçeleme sözleşmeleri, “sözleşmede kararlaştırılan hükümlerden dolayı sözleşme taraflarından birinin, ekonomik özgürlüğünün genel ahlâka aykırı sayılacak kadar aşırı derecede sınırlanması ve bu sebeple diğer tarafın keyfine tabi olur hale gelmesidir.”  (Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Kararı – İstanbul 1. Fikrî Ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi, E. 2016/138 K. 2020/46, T. 28.1.2020) denilerek kelepçeleme sözleşmelere örnek verilmiştir.

Her ne kadar farklı ifadelere rastlansa da yargı kararlarından ve doktrinden de anlaşılacağı üzere, sözleşme özgürlüğünü sınırlandıran “genel ahlaka aykırılık” kavramı, genel ve ahlaki bir yorumdan ziyade yine çeşitli mevzuatlara dayanarak, hukukun ruhu ve zihniyeti içerisinde kalıp , “makul, ortalama duyarlılık” ile sözleşmelerin ele alınmasını ifade etmelidir. Örneğin, kelepçeleme sözleşmeler veya hükümler, genel anlamda TMK 23. maddedeki “Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlâka aykırı olarak sınırlayamaz.”  hükmü ile Anayasanın 48. maddesindeki “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir. Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” hükmünün dayanak yapılması ile izah edilir ve uygulanır. Görüleceği üzere, bu ahlaka aykırılık çeşidi, belli mevzuatlara yaslanarak/yaklaşarak tanımlanmış ve genel bir hukuk çerçevesi içerisinde ele alınmıştır. Bu konuda büyük hukukçu Andreas Von Tuhr şu ifadeleri kullanmaktadır:

“Kanun vazıh adaba muhalif olan akitleri batıl addetmek suretile m.20 gayesi itibarile kanuna yaklaşan ve fakat müeyyide itibari ile kanundan farklı bulunan ahlak kaidesini tanımaktadır. (…) Bir muamelenin adaba muhalif olduğunu tayin ve takdir için taraflar veya hakimin ahlak hakkındaki subjektif görüşüne değil, doğru ve makul kimselerin vasati görüşlerine istinat etmek lazımdır.”  (Von Tuhr, 1983: 248)

Hukukumuzda her ne kadar sözleşme özgürlüğü benimsenmiş olsa da bu özgürlük sonsuz ve sınırsız değildir. Genel ahlaka aykırılık hususu da bu özgürlüğü sınırlandıran hükümlerden birisidir. Ancak bu kavram ele alınırken, tıpkı genel ahlaka aykırılığın çeşitlerinden birisi olan kelepçeleme sözleşmeler ve hükümler bahsinde olduğu gibi hukuktan bağımsız bir biçimde ve subjektif olarak ele alınmamalı, makul, ortalama duyarlılık nüansları ile hukuki mevzuatı veya bu mevzuatın ruhunu referans alacak şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır.

Stj. Av. Haldun Barış[email protected]

(Bu yazı Hür Fikirler adlı internet sitesinde yayınlanmıştır.)

Yararlanılan Kaynaklar

Akın, İrfan; Kayaözü, Zehra Büşra, Telif Hakları ve Kelepçeleme Sözleşmeleri,  TAÜHFD, 2020; 2(1): 27-48.

Ateş, Derya, Borçlar Hukuku Sözleşmelerinde Genel Ahlâka Aykırılık, Doktora Tezi, ASBÜ, 2006.

Eker, Gözde ; Fack Ju Göhte Yani Lanet Olsun Sana Göhte Kararı, İPR Gezgini, https://iprgezgini.org/2020/06/09/fack-ju-gohte-yani-lanet-olsun-sana-gohte-karari/

Kılıçoğlu, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 15.Baskı, Ankara, 2012.

Ünal, Akın, Kelepçeleme Sözleşmeleri, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Özel Hukuk Anabilimdalı Medeni Hukuk Bilim Dalı, 2011, tez.yok.gov.tr

Von Tuhr, Andreas, Borçlar Hukuku 1-2, Yargıtay Yayını No: 15 Çeviren: Av. Cevat Edege, 1983 Ankara.

Yüksel, Cansev Erinç; Daldaban, İhsan İbrahim, “Kelepçeleme Sözleşmelerinin Türk Borçlar Kanunu Açısından İncelenmesi”, https://www.goksusafiisik.av.tr/Articletter/2017_Summer/GSI_Articletter_2017_Summer_Article3.pdf

Yargı Kararları

-Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Kararı – İstanbul 1. Fikrî Ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi, E. 2016/138 K. 2020/46, T. 28.1.2020, Lexpera

-Yargıtay Kararı- 11. HD. 01.07.2014 T. E: 6520, K: 12577, e-uyar.com

-Yargıtay HGK Kararı- 22.05.2013 T. E:2012/11-1601, K:752

-Yargıtay Kararı – 19. HD., E. 2014/3413 K. 2014/9249 T. 15.5.2014

-Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2014/11565 K. 2015/8187 T. 11.6.2015

-Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2015/3044 K. 2015/8052 T. 10.6.2015

-Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2014/10123 K. 2015/6917 T. 14.5.2015

Yabancıların Türkiye’de Gayrimenkul Alımı

Prosedür:

  1. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünden randevu alınır (tkgm.gov.tr); Şartlar:

*18-65(1) yaş aralığında olmak

*Liste-1(2) de sayılı ülke vatandaşı olmak

*Alınacak Gayrimenkul malın yüz ölçümünün 30 hektar altında olması ve ilgili ilçenin yüz ölçümünün %10unu aşmaması

Ek Şart:

*Arsa satın alımından sonra 2 yıl içerisinde, yapılacak proje ile ilgili açıklamanın Bakanlar Kuruluna teslim edilmesi

  • Belediye’de rayiç bedelinin(3) belirlenmesi;
  • Belediye’de ‘evin borcu yoktur’ yazısının alınması;
  • Tapu ile anlaşmalı Bankaya(4) Tapu Döner Sermaye bedelinin ve %2 Tapu Harcı’nın(5) ödenmesi;
  • Bina Satın alımında zorunlu Deprem Sigortası satın alınması;
  • Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünde randevu günü pasaport ve fotokopisi, oturma izni ve fotokopisi(6), Belediyeden alınan ‘evin vergi borcu yoktur’ yazısı, DASK poliçesi ilgili birime teslim ediliyor ve satış işlemi tamamlanıyor(7).

Dipnotlar:

  • 65 ve üstü yaş aralığında olanlar aklı dengesinin yerinde olduğuna dair sağlık raporunu Tapu Müdürlüğüne teslim etmesi ile beraber söz konusu satış işlemini yapabilir.
  • Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca Gayrimenkul Satın Alabilen Yabancı Ülke Vatandaşlarının Listesi:

Liste

Afganistan(Tarım arazisi dışındaki gayrimenkuller alınabilir)AlmanyaAmerikaAndora PrensliğiAngolaAntigua & BarbudaArjantinArnavutluk(Sadece konut ve iş yeri gayrimenkulleri satın alınabilir)Avustralya(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)Avusturya(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)AzerbaycanBahamalar(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)Bahreyn(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)BangladeşBarbadosBelarusBelçikaBelizeBeninBirleşik Arap EmirlikleriBolivyaBosna-HersekBostvanaBrezilyaBrunei DarussalamBulgaristanBurkina FasoBurundiCezayir(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)CibutiÇadÇek CumhuriyetiÇin Halk Cumhuriyeti(Tek bir gayrimenkul satın alabilir)(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)(Sadece mesken gayrimenkul satın alınabilir)Danimarka(Tek bir gayrimenkul satın alabilir)(Sadece mesken gayrimenkul satın alınabilir)Doğu Timor(Tek bir gayrimenkul satın alabilir)DominikaDominik CumhuriyetiEkvatorEkvator GinesiEl SalvadorEndonezyaEstonyaEtiyopyaFas(Tarım arazisi dışındaki gayrimenkuller alınabilir)Fiji(Tek bir gayrimenkul satın alabilir)(Sadece mesken gayrimenkul satın alınabilir)Fildişi SahiliFilipinlerFilistin(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)FinlandyaFransaGabonGambiyaGanaGineGine-BissauGranadaGuatemalaGuyanaGüney Afrika CumhuriyetiGüney SudanGürcistanHırvatistanHindistan(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)HollandaHonduras(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı ve Dışişleri Bakanlığı uygun görüşü gerekli)(Sadece arsa ve mesken gayrimenkul satın alınabilir)Irakİngiltere(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)(BM kapsamında yasaklı olmayan şahıslar satın alabilir)İran(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)(Sadece iş yeri gayrimenkul satın alınabilir)İrlandaİspanyaİsrail(Tek bir gayrimenkul satın alabilir)İsveçİsviçreİtalyaİzlandaJamaikaJaponyaKamboçyaKamerunKanadaKaradağKatarKazakistanKenyaKırgızistanKiribatiKolombiyaKomorlarKongo CumhuriyetiKore Cumhuriyeti(Güney)KosovaKostarikaKuveytKuzey Kıbrıs Türk CumhuriyetiLaosLesethoLetonya(Tarım arazisi dışındaki gayrimenkuller alınabilir)LiberyaLibyaLihtenştaynLitvanyaLübnanLüksemburgMacaristan(Tarım arazisi dışındaki gayrimenkulleri satın alabilir)MadagaskarMakedonyaMalewiMalezyaMaliMalta(Sadece mesken gayrimenkul satın alabilir)Marshall Adaları(Tarım arazisi dışındaki gayrimenkulleri satın alabilir)MauritusMeksikaMısır(Tarım arazisi dışındaki gayrimenkuller alınabilir)Mikronezya(Tarım arazisi dışındaki gayrimenkulleri satın alabilir)MoğolistanMoldovaMonakoMoritanyaMozambikMyanmarNamibyaNauruNijerNikaraguaNorveçOrta Afrika CumhuriyetiÖzbekistanPakistan(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)PalauPanama(Karadeniz Bölgesi dışında bulunan gayrimenkuller satın alınabilir)Papua Yeni GineParaguayPeruPolonyaPortekizRomanyaRuandaRusya(Karadeniz Bölgesi dışında bulunan gayrimenkuller satın alınabilir)SamoaSanmarinoSao Tome ve PrincipeSenegalSeyşellerSırbistan CumhuriyetiSierra LeoneSingapurSlovakyaSoloman AdalarıSomaliSri LankaSt. Kitts ve NevisSt. Vincent-GrenadinlerSudatSurinam(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)(Tarım arazisi dışındaki gayrimenkulleri satın alabilir)Sudi ArabistanSvazilandŞiliTacikistanTanzanyaTaylandTogoTongaTrinidat-TobagoTunusTuvaluTürkmenistanUganda(Tarım arazisi dışındaki gayrimenkuller alınabilir) (Karadeniz Bölgesi dışında bulunan gayrimenkuller satın alınabilir)(Satın alma işlemi için İç İşleri Bakanlığının onayı gerekli)Ukrayna (Sadece işyeri gayrimenkulü satın alınabilir)UmmanUruguayÜrdün(Sadece 2 mesken ve 1 işyeri satın alınabilir)VanuatuVenezuellaVietnam(Tarım arazisi dışındaki gayrimenkuller alınabilir)Yeni ZelandaYeşil Burun AdalarıYunanistan(Ege Bölgesi dışında bulunan gayrimenkuller satın alınabilir)ZambiyaZimbabve

Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca Gayrimenkul Satın Alamayan Yabancı Ülke Vatandaşlarının Listesi:

Liste

Ermenistan

Küba

Kuzey Kore

Nijerya

Suriye

Yemen

(3)Konutun piyasa koşullarına göre sahip olduğu değer.

(4)          TC Ziraat Bankası

  1. İş Bankası A.Ş.
  2. Halk Bankası T.A.Ş.

Yapı ve Kredi Bankası

  1. Garanti Bankası A.Ş.

Şekerbank A.Ş.

Oyak Bank A.Ş.

Albaraka Türk Katılım Bankası A.Ş.

Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş.

Turkish Bank

(5) %2 Alıcı tarafından ve %2 Satıcı tarafından ödenecektir.

(6)Oturma izni olmayıp yurt dışından vekaleten gayrimenkul satın almada Türkçeye tercüme edilmiş noter onaylı vekaletname ile satın alma işlemini yapmam mümkün.

(7)İşlemin Tamamlanması = ortalama 1-2 ay kadar süre içinde gerçekleşir.

YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ İLKE KARARLARI

İş davalarında Yargıtay’daki farklı dairelerin görüş ayrılıkları çok tartışılan bir konudur. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin kapatılmasıyla birlikte iş davalarında görevli daire olan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin ihtilaflı konularda nasıl karar vereceği tartışma konusuydu.  Dairelerin birleşmesi ile

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi konuya ilişkin ilke kararları yayınladı:

1.Hafta tatili günü olarak kararlaştırılan Cumartesi gününün yıllık izin hesabında değerlendirilmesi:

Cumartesi günü hafta tatili olarak da kararlaştırılabilir.Bireysel veya toplu iş sözleşmeleriyle Cumartesi ve Pazar günleri hafta tatili günü olarak belirlenmişse, İş Kanunu’nun 56/5. maddesi gereği her iki gün yıllık izin sürelerinden sayılmaz. Başka bir anlatımla yıllık izin kullanma dönemi içindeki Cumartesi ve Pazar günleri kullanılan izin süresinden düşülür. Ancak bireysel veya toplu iş sözleşmesinde hafta tatiline eklenen bu Cumartesi gününün yıllık izin hesabında iş günü olarak sayılacağı veya izin süresinden düşülmeyeceği şeklinde açık bir kural mevcutsa, bu hüküm geçerli sayılmalı ve İş Kanunu’nun 56/5. maddesi gereği sadece yıllık izne rastlayan Pazar günleri izin süresinden düşülmelidir.

2.İmzasız ve fazla çalışma tahakkukunu içeren bordronun aksinin her türlü delille ispatı:

Fazla çalışma ücreti ile hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti tahakkuklarını içeren ve işçinin imzasını taşımayan bordronun aksi işçi tarafından tanık beyanı dahil her türlü delille ispat edilebilir. Bu durumda yapılan ödemeler hesaplamadan mahsup edilir.

3.Deniz İş Kanunu’nda fazla çalışma hesabı:

20.04.1967 tarih ve 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 28.maddesine göre bu kanuna göre tespit edilmiş bulunan iş sürelerinin aşılması suretiyle yapılan çalışmalar, fazla saatlerde çalışma sayılır. Aynı maddenin 2.fıkrasında yapılacak fazla çalışmanın her saatine ödenecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarı % 25 oranında artırılmak suretiyle bulunacak miktardan az olamayacağı düzenlenmiştir. 01.07.2012 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 402.maddesinde fazla mesai alacağının %50 zamlı hesaplanacağı düzenlenmişse de, Deniz İş Kanunu kapsamında deniz taşıma işlerinde çalışan işçilere Deniz İş Kanunu hükümlerinin genel kanun niteliğindeki Türk Borçlar Kanunu karşısında uygulanma önceliği vardır. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 180 sayılı sözleşmesine ek olarak çıkarılmış olan 187 sayılı tavsiye kararının “Gemi Adamlarının Ücretleri” başlıklı II. Bölümünün 3. maddesinin c bendinde fazla çalışmanın saat başına ödenecek temel ücretin 1,25’inden az olmamak üzere yasal düzenlemeler veya toplu sözleşmelerle belirleneceği belirtilmiştir. Deniz İş Kanunu’nun yukarıda belirtilen hükmü uluslararası düzenlemelere de uygun düşmektedir. Buna göre hesaplama % 25 zamlı ücretle yapılmalıdır.

4.Fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil alacaklarının ispatında husumetli tanık beyanlarının değerlendirilmesi:

Çalışma sürelerinin ispatı noktasında işverene karşı dava açan tanıkların beyanlarına ihtiyatla yaklaşılması gerekir. Fazla çalışma, hafta ve genel tatili alacaklarının ispatında salt husumetli tanık beyanlarıyla sonuca gidilemez. Bununla birlikte yan delil ya da olgularla desteklenen husumetli tanık beyanlarına itibar edilmelidir. Bu çerçevede; işin ve işyerinin özellikleri, davalı tanıklarının anlatımları, iş müfettişinin düzenlediği tutanak veya raporlar ve aynı çalışma dönemi ile ilgili olarak söz konusu alacakların varlığına ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararları gibi hususlar yan delil ya da olgular olarak değerlendirilebilir.

5.Hafta tatilinin toplu kullandırılmasında hafta tatili alacağının hesaplanması:

Uygulamada genellikle işçinin yerleşim yerinin uzağında bir işyerinde çalışması halinde hafta tatilinin ay içinde toplu olarak kullandırıldığı bilinmektedir. Bu tür bir uygulama için işçinin rızası alınmış olsa bile hafta tatilinin usulüne uygun kullandırıldığından söz edilemez. Başka bir anlatımla hafta tatilinin toplu olarak kullandırılması haftalık dinlenme hakkının özüne aykırı olup, işçinin rızası sonucu değiştirmez.

Hafta tatilinin ay içinde toplu olarak kullandırılması halinde sadece bir hafta tatilinin usulüne uygun kullandırıldığı kabul edilebilir. Örneğin, yerleşim yeri uzağında olan bir şantiyede çalışan işçiye hafta tatili ayda dört gün toplu olarak kullandırıldığında ilk izin günü, çalışılan son haftanın dinlenme hakkı yerine geçecek, diğer üç gün hafta tatili kullanma anlamında değerlendirilmeyecektir. Usulüne uygun kullandırılmadığı kabul edilen hafta tatillerinde yapılan çalışma karşılığı ücretin %50 zamlı olarak hesaplanması gerekir. Bununla birlikte, işyerinin konumu ve işçinin isteğiyle gerçekleşen böyle bir uygulamada, hafta tatili olarak değerlendirilmeyen süreler için ödenen ücretin mahsup edilmesi hakkaniyete uygun düşer.

6.Uzun süre yıllık ücretli izin kullandırılmadığı iddialarında hâkimin aydınlatma ödevi kapsamında davacı asilin dinlenmesinin gerekip gerekmediği:

İşçinin uzun süre yıllık izin kullandırılmadığı iddiaları karşısında 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31.maddesinde öngörülen davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde hâkimin davacı işçiyi bizzat dinleyerek çalışma ve dinlenme süreleri konusunu açıklığa kavuşturması gerekir. Dairemizce uzun süre kavramı beş yıl ve daha fazla süre olarak değerlendirilmiş olup, kullandırılmadığı iddia edilen izin süresinin toplamda beş yıllık veya daha fazla olması halinde anılan hüküm çerçevesinde uygulama yapılmalıdır.

7.Yıllık ücretli izin alacağı yönünden 6098 tarihli Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği

01.07.2012 tarihi ile zamanaşımı süresini 5 yıla indiren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 25.10.2017 tarihi arasındaki dönem için zamanaşımı sorunu:

4857 sayılı İş Kanunu’nun “Sözleşmenin sona ermesinde izin ücreti” başlığını taşıyan 59. maddesine göre, “iş sözleşmesinin, herhangi bir nedenle sona ermesi halinde işçinin hak kazanıp da kullanmadığı yıllık izin sürelerine ait ücreti, sözleşmenin sona erdiği tarihteki ücreti üzerinden kendisine veya hak sahiplerine ödenir. Bu ücrete ilişkin zamanaşımı iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren başlar”. Belirtilen düzenlemede iş sözleşmesinin sona ermesi halinde kullandırılmamış olan yıllık izin sürelerine ait ücretin “ücret” niteliği özellikle vurgulanmıştır.

İş Kanunu’nun 32. maddesinin 6. fıkrasına göre iş sözleşmelerinin sona ermesinde, işçinin ücreti ile sözleşme ve Kanundan doğan para ile ölçülmesi mümkün menfaatlerinin tam olarak ödenmesi zorunludur. Aynı maddenin 8. fıkrasına göre ise, ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır.

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126.maddesinin 3.bendine göre, başkalarının maiyetinde çalışan veya müstahdemi olan kimselerin, hizmetçilerin, yevmiyecilerin ve işçilerin ücretleri hakkındaki davaların beş yıllık zamanaşımına tabi olduğu belirtilmişti. Yargıtay da anılan düzenleme uyarınca yıllık izin ücretinin beş yıllık zamanaşımına tabi olduğunu kabul etmekteydi. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra anılan Kanunda 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126/3 hükmüne yer verilmediği gerekçesiyle yıllık izin ücretinin Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesinde düzenlenen on yıllık genel zamanaşımına tabi olacağı ileri sürülmüştür. Ancak Türk Borçlar Kanunu’nun 147. maddesinin gerekçesinde hizmet sözleşmesi hükümlerine göre çalışanların “dönemsel edimler” niteliğindeki ücret alacaklarının aynı maddenin 1. bendi kapsamına girmesi nedeniyle 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126. maddesinin 3. bendindeki hükmün ayrıca düzenlenmesine gerek görülmediği belirtilmiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 147.maddesinin 1.bendine göre, “Kira bedelleri, anapara faizleri ve ücret gibi diğer dönemsel edimler” beş yıllık zamanaşımına tabidir. Yıllık ücretli izin dönemsel edim niteliğinde olup, buna ait ücret hakkında da anılan hüküm uygulanmalıdır. Nitekim 12.10.2017 tarih ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 15. maddesi ile İş Kanunu’na eklenen ek 3. maddede de yıllık izin ücretinin beş yıllık zamanaşımına tabi olduğu açıkça düzenlenmiştir. Buna göre Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarih ile İş Mahkemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarih arasındaki dönemde de yıllık izin ücretinin tabi olduğu zamanaşımı süresi beş yıldır.

8. Yurt dışında çalışan işçiler bakımından işverenin işçinin çalıştırıldığı ülke mevzuatına göre resmi tatil olan günde işçiyi çalıştırmaması halinde, bu günlere ait çalışılmadan hak kazanılan ücret miktarının, ülkemiz ulusal bayram ve genel tatillerinde çalışılarak hak kazanılan genel tatil ücreti alacağından mahsubunun gerekip gerekmediği:

Yurt dışında Türk firmasına ait işyerinde çalışan Türk işçisi ile işvereni arasındaki uyuşmazlıklarda 5718 sayılı Milletlerarası Özel Usul Hukuk ve Usul Hakkında Kanunu’nun 27.maddesi uyarınca milli hukukun uygulanması söz konusu olduğunda yabancı ülke mevzuatına göre milli ve dini tatil günleri için çalışma karşılığı olmaksızın ücret ödenen işçiye ayrıca Türk mevzuatı uyarınca milli ve dini bayram ücretinin ödenmesi mükerrer yararlanmaya yol açar. Bu nedenle, yabancı ülke mevzuatı uyarınca ödenmiş olan tatil ücretleri, Türk mevzuatının öngördüğü ulusal bayram ve genel tatil günlerindeki çalışma karşılığı olarak hesaplanan ücretten mahsup edilmelidir.

9. Orman yangın işçileri ile gözetleme kulelerinde nöbet tutan işçilerin TİS’de öngörülen günlük üç saatlik fazla mesaiden daha fazla mesai ücreti verilmesi gerektiğine dair taleplerinin değerlendirilmesi:

6831 sayılı Orman Kanunu’nun, 19.04.2018 tarih ve 7139 sayılı Kanun’un 15. maddesi ile değişik, 72. maddesine göre orman yangınlarını önleme ve söndürme işlerinde görevlendirilen işçilerin, orman yangın ekip bina ve yangın gözetleme kulelerinde bulunan sosyal tesisler ve lojmanlarda çalışma saatleri dışında geçirdiği süreler, 22.05.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanununun 63. maddesinde düzenlenen çalışma süresinden sayılmaz. Bununla birlikte, işin niteliği dikkate alınarak belirtilen sürelerin bir kısmının ya da tamamının çalışma süresinden sayılması kararlaştırılabilir. Nitekim orman yangın işçileri ile gözetleme kulelerinde görev yapan işçilere toplu iş sözleşmesi gereği fazla çalışma yapılsın veya yapılmasın günde üç saatlik fazla çalışma ücreti ödenmektedir. İşçinin günde üç saatten daha fazla çalıştığının yazılı delille (görev emirleri, çizelgeler, puantaj kaydı vs) ispatı halinde fazlasının ödenmesi gerekir. Aksi halde salt tanık beyanlarına göre fazla çalışma yapıldığının ispatı kabul edilemez.

10. Siyasi Partiler Kanunu’na göre genel merkezin sorumluluğu:

2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 71. maddesine göre siyasi parti il veya ilçe teşkilatları tarafından yapılan sözleşmeler, merkez karar ve yönetim kurulu tarafından izin veya onay verilmediği sürece siyasi parti tüzel kişiliğini bağlamaz.

Kanun’da 2016 yılında yapılan değişlikle “hizmet sözleşmeleri de dahil” ibaresi eklenmiş olmakla, iş sözleşmeleri bakımından da izin ve onay şartı kesin olarak öngörülmüştür. Bu durumda il veya ilçe teşkilatlarında çalıştırılan işçiler bakımından sorumluluk, Kanun gereği sözleşmeyi yapan ve yükümlülük altına giren kişi veya kişilere ait olmalıdır.

11. Okul aile birliklerinde husumet ve sorumluluğun belirlenmesi:

Okul aile birliğinin tüzel kişiliği olmasa da İş Kanunu’nun 2. maddesine göre tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar da işveren niteliğindedir.

Okul aile birlikleri Milli Eğitim Bakanlığına ait okullarda okul yönetimi ile aynı amaç ve menfaat birliği içinde işçi çalıştırmaktadır. Buna göre, okul aile birlikleri ile Milli Eğitim Bakanlığının birlikte işverenlikleri söz konusudur. İşçinin okul aile birliği adına sigorta bildirimlerinin yapılmış olması varılan sonucu değiştirmez. Bu sebeple, işçi alacaklarından Milli Eğitim Bakanlığı da birlikte istihdam hükümlerine göre sorumludur. İşçi, her iki işverene ya da bunlardan sadece birine karşı dava açabilir.

Konusu bölünemeyen işe iade davalarının ise, husumetin her iki işverene birlikte yöneltilmesi gerekir. İş güvencesinin kapsamı yönünden otuz işçi ölçütünün mevcut olup olmadığı, birlikte istihdam kapsamında çalıştırılan işçi sayısına göre belirlenmelidir.

12. Yurt dışında işçi çalıştırılması halinde husumet sorunu:

Türk uyruklu kişilerin yabancı ülkelerde o ülke vatandaşları ya da şirketleriyle birlikte kurdukları şirketler aracılığıyla aldıkları işler kapsamında çalıştırdıkları Türk işçilerinin alacaklarından yabancı kişinin şirketteki pay durumuna göre Türk firmasının sorumluluğu irdelenmelidir. Yabancı kişinin ortaklığı gerçek bir ortaklık olmayıp, o ülkede iş yapabilmek amacıyla salt bir formalitenin yerine getirilmesinden ibaret olduğunda, işçilik alacaklarına karşı tüzel kişilik perdesinin arkasına sığınmak hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilir. Bu durumda Türk firmasının sorumluluğu söz konusu olur.

13. Vakıf Üniversitesinde görev yapan öğretim üyeleri, öğretim görevlileri ve okutmanlar bakımından adli yargı/ idari yargı -sorunu:

Bu konuda içtihatları birleştirme başvurusu yapılmış olup, gündeme alınması halinde verilebilecek karar beklenecektir.

14. Vakıf üniversitesi ile öğretim elemanları arasında belirli süreli iş sözleşmesi yapılıp yapılamayacağı:

Bu konudaki içtihadı birleştirme başvurusu yapılmış olup, Yargıtay 9. ve 22. Hukuk Dairesi belirli süreli yapılabileceği konusunda anlaşmışlardır. Ancak Yargıtay 9. Hukuk Dairesi daha sonra verilen kararlarında idari yargının görevli olacağını kabul etmiş olmakla yukarıda 13. numarada belirtildiği gibi İBK sonucu beklenecektir.

15. Gerekçesiz temyiz dilekçesi verilmesi halinde temyiz incelemesinin kapsamı:

Bölge adliye mahkemesi ya da ilke derece mahkemesi kararının gerekçesiz temyiz dilekçesi ile temyiz edilmesi halinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33.maddesinde belirtilen “Hâkim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ve aynı hükme paralel düzenlendiği anlaşılan 369. maddenin 1. fıkrası uyarınca, kanunun açık hükmüne aykırı görülen hususlar çerçevesinde temyiz incelemesi yapılır. Bunun gibi, gerekçesiz temyiz dilekçesi niteliğindeki süre tutum dilekçesi verildikten sonra gerekçeli mahkeme kararının tebliğinden itibaren iki haftalık temyiz süresi geçirilerek verilen gerekçeli temyiz dilekçeleri de “kanun açık hükümlerine

aykırılık” kapsamında incelenir.

16. Davacının somutlaştırma yükünü yerine getirmemesi ve dava dilekçesinde kıdem tazminatı hesabında dikkate alınacak hesaplama unsurları hakkında bir iddiada bulunmaması halinde tanık anlatımlarında geçen unsurların dikkate alınıp alınmayacağı:

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119.maddesine göre, davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıalarını sıra numarası altında açık özetlerini dava dilekçesinde belirtmesi gerekir. İhbar ve kıdem tazminatı hesabına esas giydirilmiş ücret bakımından davacının dava dilekçesinde somutlaştırma yükümünü yerine getirmemesi halinde ücrete ilaveten işçiye sağlanan para veya para ile ölçülmesi mümkün akdi menfaatlerin, salt davacı tanıklarının beyanları esas alınarak tazminata esas ücrete eklenmesi mümkün değildir.

Kanundan doğan menfaatler ile işveren tarafından düzenlenen yazılı delillerden anlaşılan veya davalı tanıkları tarafından da doğrulanan, ücret dışında işçiye sağlanan para veya para ile ölçülmesi mümkün menfaatlerin giydirilmiş ücrete eklenmesi için dava dilekçesinde açık talep şartı aramaz.

Dava dilekçesinde ücret dışında başkaca sosyal hak olmadığı yönünden açık kabul halinde taleple bağlılık kuralına göre sadece temel ücrete göre hesaplama yapılır.

17. Kanun yolu süresinin hâkim tarafından hatalı gösterilmesi:

7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7.maddesinin 3.fıkrasına göre, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince verilen kararlar hakkında da uygulanır. Aynı maddenin 4. fıkrasında ise, Kanun yoluna başvuru süresinin, ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlayacağı öngörülmüştür.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 361.maddesinin 1.fıkrasına göre, bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir. Aynı Kanun’un 297.maddesi uyarınca hükümde bulunması gereken unsurlardan biri de, “varsa kanun yolları ve süresi” olarak belirtilmiştir. Bu kural, Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlığını taşıyan 140. maddesinin 2. fıkrasına göre, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” hükmüne uygun bir düzenlemedir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 90.maddesinin 1.fıkrasında, kanunda belirtilen istisnalar dışında, hâkimin kanundaki süreleri artıramayacağı veya eksiltemeyeceği düzenlenmiştir. Ancak, Anayasa’nın ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca, hâkimin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru olarak belirtme yükümlülüğü söz konusudur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi,kanun yoluna başvuru süresinin mahkeme kararında hatalı olarak gösterilmesi hâlinde, bu süreye güvenerek başvuruda bulunan ilgilinin talebinin süre yönünden reddedilmemesi gerektiğine, aksi yöndeki uygulamaların adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlali niteliğinde olduğuna karar vermiştir (AİHM, Osu/İtalya, 11.07.2002, B.No: 36534/97; AYM, , 21.9.2017, 2014/13217).

Yukarıda belirtilen nedenlerle kanun yolu süresi hâkim tarafından hatalı şekilde gösterildiğinde, kararda yer alan süreye bağlı olarak kanun yolu hakkının kullanılabilmesine imkân tanınmalıdır. Örneğin, iki haftalık kanun yolu süresi mahkeme kararında hatalı olarak bir ay olarak belirtilmişse, bu süre içinde yapılan istinaf veya temyizi süresinde yapılmış kabul etmek gerekir.

18. Islah yapmak üzere verilen sürenin bir hafta ile sınırlı ve kesin olup olmadığı:

Islah hakkını kullanmak için mahkemeden süre talebinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 181. maddesinin uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Zira aynı Kanun’un 177. maddesine göre ıslah tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilecektir. Ancak davayı uzatmaya yönelik taleplerde hâkim tarafından ıslah hakkının kullanılması için belli bir süre veya kesin süre verilebilir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 181. maddesinde öngörülen kesin süre, duruşmada tutanağa geçirilmek suretiyle yapılan ıslah işleminin tamamlanması (harç vs) için verilmesi gereken bir süredir.

Bunun dışında ıslah işleminin yapmak için süre talep edildiği haller, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 181. maddesinde öngörülen kanuni kesin süreye tabi değildir.

19. Islahta yeni bir alacak talebinin mümkün olup olmadığı:

Dava dilekçesinde talep konusu yapılmayan bir işçilik alacağı, dava konusu alacaklarla aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğmak şartıyla, ayrıca bu alacağa ilişkin peşin harç yatırılmak kaydıyla kısmi ıslahla talep edilebilir. Davalının bu alacakla ilgili delil sunma, itirazda bulunma ve zamanaşımı defini ileri sürme hakkı vardır. Bu durum usul ekonomisine daha uygundur. Ancak delillerin toplandığı ve karar aşamasına gelindiği bir aşamada salt davayı uzatmak veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi kötüniyetli düşüncelerle ıslah yoluyla ek talepte bulunulması halinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nu n 182. maddesine göre hâkim ıslahı dikkate almadan karar verebilir.

20. Islahla dava türünün değiştirilip değiştirilemeyeceği:

Islah yoluyla dava türünün değiştirilemez. Örneğin belirsiz alacak davası kısmi davaya veya kısmi dava belirsiz alacak davasına dönüştürülemez.

21. Islahta harç ödenmemesi halinde harç yatırılması noktasında süre verilip verilemeyeceği:

Islah müessesesi bir dava değildir. Açılmış olan bir davaya ilişkin usul işlemlerinin tamamen veya kısmen düzeltilmesine imkân veren bir yoldur. Bu nedenle ıslahta başvurma harcının alınması gerekmez. Islahla talep konusu miktarın artırılması halinde nispi harç yatırılmalıdır. Yatırılmayan ya da eksik ödenmiş olan nispi harcın 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 30.maddesi uyarınca sonradan tamamlattırılması mümkündür.

22. Borcu sona erdiren belgenin yargılamanın her aşamasında ileri sürülüp sürülemeyeceği:

Ödeme itirazı mahiyetindeki makbuz ve benzeri miktar içeren belge sunumu – istinaf aşaması hariç- yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir.

İbraname veya yıllık izin belgesi gibi borcu sona erdirebilecek belgeler de temyiz aşamasında dahi ileri sürülebilir.

23. Asıl işveren alt işveren ilişkisinde birinin ileri sürdüğü zamanaşımı definin diğerine sirayeti:

Asıl işveren alt işveren arasındaki ilişkide birlikte (müşterek müteselsil) borçluluk kabul görse de, aralarındaki ilişki bir anlamda TBK 155. düzenlenen asıl borçlu / kefil ilişkisine benzemektedir. Alt işveren asıl borçlu, asıl işveren ve kefil ise alacaklıya karşı garanti yükümlülüğü altındadır. Bu itibarla asıl işverenin ileri sürdüğü zamanaşımı definden sadece asıl işveren yararlanır. Alt işverenin ileri sürdüğü zamanaşımı defi asıl işverene sirayet eder. Bu şekilde asıl işverenin sorumluluğu alt işverenin sorumlu olduğu miktarı aşmamış olur.

24. Asıl işveren alt işveren ilişkisinde biri hakkındaki feragatin etkisi:

Asıl işveren alt işveren ilişkisinde alt işverenin tam sorumluluğu olduğu halde asıl işverenin rücu yetkisi de mevcut olmak üzere kanundan doğan garanti yükümlülüğü mevcuttur. Buna göre asıl borçlu olan alt işveren hakkındaki davadan feragat asıl işverene de etki eder. Ancak asıl işveren hakkındaki davadan feragat, alt işveren hakkındaki davadan feragat sonucunu doğurmaz.

Davadan feragat yerine haktan feragat, her iki işverene etki eder.

25. Sosyal yardımlaşma vakıfları çalışanlarına ilave tediye ödenmesi:

Bu konuda içtihatları birleştirme başvurusu yapılmış olup, gündeme alınmasıyla birlikte İBK kararının beklenmesi kararı alınmıştır.

26. Telekom Nakil Bildiriminde Ek Ödeme ve İkramiye:

Bu konuda 406 sayılı Kanun’un ek 29/3. maddesi özel hüküm niteliğinde olup 15.04.2004 tarihindeki unvan esas alınarak bu tarihteki ücret ile diğer mali haklara kamu görevlilerine yapılan artış oranları dikkate alınır. Bu durumda işçinin 15.04.2004 tarihindeki ücret ve diğer mali haklarına (ek ödeme ve ikramiye gibi) nakil tarihine kadar geçen sürede kamu görevlilerine yapılan artış oranları uygulanmak suretiyle belirlenen ücret ve mali haklarının nakil bildirim yazısında gösterilmesi gerekir.

4046 sayılı Kanun’un 22/5. maddesinin doğrudan uygulanması ve nakil tarihinde ödenen ikramiye ve ek ödemelerin nakil bildiriminde gösterilmesine imkân bulunmamaktadır.

27. İşçinin iş sözleşmesindeki temel ücretinin sendikaya üye olması halinde azaldığı halde, toplu iş sözleşmesinde öngörülen ücretin ekleri ve diğer sosyal haklar dikkate alındığında işçinin yararına olması durumu (Toplam Yararlılık İlkesi):

Bireysel iş sözleşmesinde kararlaştırılan temel ücret işçinin üye olması halinde toplu iş sözleşmesinde öngörülen kök ücrete göre azaldığı halde, parasal karşılığı olan haklar bir bütün olarak değerlendirilerek karşılaştırma yapılmalıdır. Bu durumda işçinin temel ücreti sendikaya üye olduğu tarihten itibaren toplu iş sözleşmesine göre daha düşük olsa da, ücret grubu haklar yönünden toplam yararlılık dikkate alındığında işçi lehine ise kanuna aykırılık yoktur.

28. Belirsiz alacak davası açabilmek için alacağın belirsiz olmasında kriterler ve tamamlanabilir dava şartı:

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 sayılı Kanunun 107. maddesinin 1. fıkrasına göre, “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir”.

6100 sayılı Kanunun 107. maddenin 2. fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.

Davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır. Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir. Alacağın miktarının belirlenebilmesinin hâkimin takdirine bağlı olduğu durumlarda hukuki imkânsızlık söz konusu olur. Bu durumda davacı alacaklı, hâkimin takdir yetkisini nasıl kullanacağını bilemeyeceği için davanın açıldığı tarihte alacağının miktarını belirleyebilecek durumda değildir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. İş yargılamasında sıklıkla davaların yığılması söz konusu olmakla alacağın belirsiz olma kriterleri her bir talep için ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Diğer yandan, aynı dava dilekçesinde talep yığılması şeklinde bazı alacaklar için belirsiz alacak davası bazıları için kısmi dava açılmasına yasal bir engel bulunmamaktadır.

Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve ücret alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak belirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak hesabın unsurları olan sosyal hakların (ayni olarak sağlanan yemek yardımı gibi) miktarının belirlenmesi işveren tarafından sunulacak belgelere göre belirlenecek ise, kıdem ve ihbar tazminatı belirsiz alacak davasına konu edilebilir.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Şu halde davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı yahut değeri belirlenebilir durumda ise, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmelidir. Burada hukuki yarar eksikliğinin tamamlanabilir dava şartı olmadığı sonucuna varılmıştır. 7251 sayılı Kanun ile 107. maddede yapılan değişiklikler şartları olmadığı halde açılan belirsiz alacak davasında davacıya süre verilerek hukuki yarar eksikliğini tamamlama imkânı tanımamaktadır. Dairemizce sözü edilen düzenleme, şartları mevcut olan belirsiz alacak davasında yapılan yargılama ile alacağın belirli hale gelmesi durumunda hâkimin geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için alacaklıya süre vermesi gerektiği yönünde değerlendirilmiştir.

Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (AİHM, Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, B. No: 13279/05, 20.10.2011, § 57).

Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde Devlete güven duyabilmesini, Devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise, yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır (AYM, 23.12.2015, 15-118).

Farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmez Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali, Yargıtay ve Danıştay gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir. Diğer yandan, bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmez. Mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup, böyle bir değişiklik özü itibarıyla, önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir. Ancak, aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması halinde, mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi, bazı hallerde içtihadın müstakar hale gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (AYM, 06.01.2015, B.No: 2013/6932).

İçtihat değişikliğinin sürpriz karar yasağı çerçevesinde de değerlendirilmesi gerekir. Sürpriz karar, ilgilinin yargılamanın o ana kadarki seyrine göre, haklı olarak beklemediği, umulmadık bir kararla karşılaşmasıdır. Sürpriz karar yasağı ise, yargılamanın adil ve hakkaniyete uygun şekilde yürütülmesi durumunda tarafların öngöremedikleri bir kararla karşılaşmamalarını ifade eder. Sürpriz karar yasağı, hukukun gelişimine ve yeni şartlara uyarlanmasına engel olacak mutlak bir yasak olarak anlaşılmamalıdır. Şüphesiz mahkemeler yeni içtihatlar geliştirebilirler, önceki içtihatlardan farklı bir karar verilebilir, hatta yeni ve özelikle somut olayda ortaya çıkan hukuki durum bunu gerekli kılabilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi gereğince hâkimin hukuku kendiliğinden uygulaması söz konusu olduğunda sürpriz karar yasağının ihlalinden söz edilemez. Bununla birlikte mevcut içtihatlar dışında yeni bir görüş benimsenecekse, öncelikle tarafların bu konuda bilgilendirmesi gerekir (ÖZEKES, Muhammet, Medeni Usul Hukukunda Hukuki Dinlenilme Hakkı, Ankara 2003, s. 185 vd.)

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun 07.07.2020 tarih ve 173 sayılı kararı ile aynı uyuşmazlıkların temyiz incelemesini yapmakla görevli 22.Hukuk Dairesinin kapatılması ve tüm işlerinin dairemize devredilmesi üzerine, belirsiz alacak davası ile ilgili yeniden yapılan değerlendirmeler sonucunda yukarıda belirtilen ilkeler kabul edilmiştir. Dairemizin daha önce belirsiz alacak davasına ilişkin uygulaması benimsenen yeni ilkelerden farklılık arz etmekteydi. Örneğin, hukuki yararın tamamlanabilir dava şartı olduğu; hukuki yarara ilişkin dava şartının eksik olması halinde davanın hemen reddedilmemesi; davacıya süre verilerek dava şartının tamamlattırılması gerektiği yönünde uygulama yapılmaktaydı. Dairemizin belirsiz alacak davası ile ilgili yukarıda belirtilen yeni ilkelerinin hemen uygulamaya konulması, dairenin önceki görüşüne güvenerek dava açanlar yönünden hukuki güvenlik, hukuki belirlilik, hukuki öngörülebilirlik ve sürpriz karar yasağı ilkelerinin ihlaline yol açacaktır. Bu sebeple, benimsenen yeni görüşün Yargıtay Kararları Dergisi ya da başkaca yollarla duyurulmasından itibaren makul bir süre sonra uygulamaya konulması, dairenin görüşüne güvenilerek açılan davalarda ise, önceki uygulamaya devam edilmesi uygun görülmüştür.

Yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alınarak dairenin önceki görüşüne güvenilerek belirsiz alacak şeklinde açılan bu davada, belirsiz alacak davasının şartlarının bulunmaması hususu bozma nedeni yapılmamıştır.

29. Belirli süreli iş sözleşmesi yapılması için objektif şartların bulunmadığını işverenin ileri sürebilmesinin mümkün olup olmadığı:

Belirli süreli sözleşme yapmak için gereken objektif neden veya yenilemelerde esaslı neden olmadığı halde, taraflar arasında belirli süreli iş sözleşmesi yapıldığında ve işveren tarafından süresinden önce haklı bir neden olmaksızın feshine bağlı olarak işçi tarafından bakiye süreye ait ücret isteklerinden işverenin sözleşmenin belirsiz süreli olduğunun savunulmasının hakkın kötüye kullanımı olduğu sonucuna varılmıştır. Bu durumda işçi yararına talepler bakımından sözleşme belirli süreli olarak değerlendirilecektir. İşçi bakiye süreye ait ücretleri talep edebilir. İşveren tarafından süresinden önce haksız feshe bağlı cezai şart istenebilir ( bu konuda İBK da var). İşverenin ihbar tazminatı talebi dinlenmez.

30. Belirli süreli iş sözleşmesinin süre bitiminde kendiliğinden sona ermesi halinde kıdem tazminatı sorunu:

Belirli süreli iş sözleşmesinin süresinden önce kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde ter türlü sona ermesinde (emeklilik, işçinin haklı feshi, işverenin haksız feshi vs) kıdem tazminatı talep hakkı mevcuttur.

Belirli süreli iş sözleşmesinin süresinin sonunda yenilenmeyeceğinin işveren tarafından bildirilmesi halinde işçinin kıdem tazminatı hakkı mevcuttur.

Belirli süreli iş sözleşmesinde sözleşmeyi yenilemeyeceğini işçi bildirdiğinde kıdem tazminatı talep edilemez.

Belirli süreli iş sözleşmesinin kendiliğinden sona ermesinde sadece Kanun gereği belirli süreli iş sözleşmesi yapılan hallerle (5580 SY) sınırlı olmak üzere kıdem tazminat talep edilebilir.

31. İş Müfettişi raporunun işçilik alacakları tespitine dair raporuna itirazda husumet ve hukuki yarar sorunu:

İş Müfettişi tarafından tutulan tutanaklar ile düzenlenen raporların işçi alacaklarına ilişkin kısımlarına tarafların otuz gün içinde itiraz hakkı mevcut olup, bu kapsamda açılan davalarda ayrı bir hukuki yarar şartı aranmaz.

İşçi şikâyeti veya genel nitelikteki teftiş sonucu işyerinin genel uygulamasının belirlendiği tutanak veya raporlara karşı dava, sadece Bakanlık aleyhine açılabilir. Tespite dair hakkın ilgilendirdiği işçilerin davaya dahili gerekmez.

İşçinin şikâyeti üzerine o işçinin haklarının miktar olarak açık biçimde belirlendiği hallerde ise işveren tarafından açılabilecek itiraz davasının, Bakanlık yanında işçiye de yöneltilmesi gerekir.

32. 15 yıl 3600 gün uygulamasında işçinin önceden diğer işyeri ile sözleşme imzalamasının hakkın kötüye kullanımı:

1475 sayılı Kanun’un 14/5. bendi kapsamında yaş hariç emeklilik sebebiyle ayrılmalarda işçinin daha sonra başka bir işverene ait işyerinde çalışmaya başlaması, ayrılmadan önce diğer işyeri ile görüşme ve hatta sözleşme yapması hakkın kötüye kullanımı olarak değerlendirilmez.

Yaş hariç emeklilik kriterlerini haiz olan işçi bu yolla kıdem tazminatı alma hakkını sadece bir kez kullanabilir.

İşçinin yeniden çalışması halinde yaş dahil emeklilik sebebiyle ayrılması halinde bir yıl çalışma şartı mevcutsa, son işverenin de kıdem tazminatı ödemesi gerekir.

12

33. Belirli süreli sözleşme için objektif neden faktöründe; teknik direktör, antrenör, yurt dışında çalışma, Türkiye’deki yabancılık faktörü:

Türkiye’de çalışan işçiler yönünden salt yabancılık unsuru belirli süreli iş sözleşmesi yapılması için objektif nedeni oluşturmaz. İşçinin çalışma veya ikamet izinlerinin süreli olması bu noktada önemsizdir.

Yurt dışında çalışan Türk işçileri bakımından Türkiye İş Kurumu aracılığıyla imzalanan sözleşmede süre öngörülmesi, sözleşmenin belirli süreli olduğunu göstermez. İşçinin ilk defa yurt dışındaki iş kapsamında çalıştırılmak üzere işe alınması ve işin belli bir süreye bağlı proje bazlı iş olması halinde projenin süresi ile uyumlu şekilde belirli süreli iş sözleşmesi yapılabilir.

Teknik direktör veya antrenörlerle yapılan belirli süreli iş sözleşmeleri belirli süreli olarak değerlendirilebilir.

34. Rodövans sözleşmelerinde ruhsat sahibinin işçilik alacaklarından sorumluluğu:

Rödovans sözleşmesi, maden işletme hakkı (ruhsat) sahibinin belirli süreliğine işletme hakkını devretmeyi taahhüt ettiği, devralanın da bunun karşılığında belirli miktarda üretim yapmayı ve ürettiğinden yıllık belirlenen miktar üzerinden bedelini ödemeyi taahhüt ettiği bir özel hukuk sözleşmesidir. Geçerli bir rödovans sözleşmesinde rödovansçı tarafından çalıştırılan işçilerin alacaklarından ruhsat sahibinin sorumluluğu yoktur. 10.06.2010 tarih ve 5995 sayılı Kanunla Maden Kanunu eklenen Ek Madde 7’de madencilik faaliyetlerinden doğacak İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili idari, mali ve hukuki sorumlulukların rödovansçıya ait olduğunun açıkça belirtilmiş olması, bu tarihten önce ruhsat sahibinin sorumlu olduğu anlamı çıkarılamaz.Ruhsat sahibi ile rödovansçı şirket arasındaki ilişki asıl işveren alt işveren ilişkisi değildir. Ancak sözleşme içeriği ile diğer delillere göre rödovansçı şirketin işin yürütümünde bağımsız bir işveren gibi örgütlenip örgütlenmediği değerlendirilecektir.

35. Avukata elektronik tebligat yerine fiziki olarak yapılan tebligatın hukuki niteliği:

7201 sayılı Kanun’un 7/ a maddesinin 9. fıkrasında göre baro levhasına kayıtlı avukatlara tebligatın elektronik yolla yapılması zorunludur. Buna rağmen tebligatın posta yoluyla yapılması halinde tebligat yok hükmünde olmayıp, usulsüz tebligat olarak işlem görür ve Yönetmeliğin 53. maddesine göre işlem yapılır.

36. İtirazın iptali davasında dava dilekçesi tebligatının vekile mi asile mi yapılacağı:

İtirazın iptali davası icra takibine itiraz üzerine takibin devamını sağlamaya yönelik bir dava olsa da, yeni bir dava olması sebebiyle dava dilekçesinin asile tebliği gerekir. Borca itiraz eden vekile tebligat yapılarak taraf teşkili sağlanamaz.

37. Bozma sonrası verilen hükümde kesinlik sınırının belirlenmesi:

Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda verilen kararda talep yığılmasına esas tüm alacak kalemleri tek tek gösterilmekte ve buna göre harç ve vekalet ücretleri belirlenerek hüküm altına alınmaktadır. Tazminat ve alacakların bir kısmının bozma dışı kaldığı belirtilerek bu alacakların kesinleştiğinden bahisle sadece bozmaya konu alacak kalemleri bakımından karar verilmemektedir. Böyle olunca bozma sonrası temyiz kesinlik sınırı, kararda gösterilen tüm tazminat ve alacakların toplamına göre belirlenir.

38. Özel Okul Öğretmenlerine verilen ilave ek ders ücretinin “sosyal yardım” niteliğinde olup olmadığı:

İlave ek ders ücreti hakkı, fiilen yapılan ek ders süresi ile bağlantılı olarak tanındığından doğrudan sosyal yardım niteliğinde kabul edilmemiştir.

39. Haftalık 45 saati aşmayan hallerde (günlük 11 saatin veya gece 7.5 saatin aşılması gibi) fazla çalışma alacağının hesaplanma yöntemi:

Haftalık çalışma süresinin 45 saati aşmadığı ancak günlük 11 saati aşan ve gece çalışmaları ile ağır ve tehlikeli işlerde 7.5 saatlik çalışma sınırını aşan çalışmalar Yargıtay uygulaması gereği fazla çalışma olarak değerlendirilmektedir. Sözü edilen yasak çalışmaların karşılığı % 50 zamlı olarak (saat ücretinin % 50 fazlasıyla) ödenmelidir. Başka bir anlatımla salt haftalık 45 saat olan çalışma süresinin aşılmadığından ve fazla çalışmanın zamsız kısmının maktu aylık ücret içinde ödendiğinden söz edilerek saat ücretinin yarısı üzerinden hesaplamaya gidilemez.

40. Primli çalışmada fazla çalışma ücreti hesabı:

a-Ücret sadece primden oluşuyorsa:

Ücret sadece primden oluşuyorsa fazla çalışma ücreti ödenen primin saat ücretinin % 50 fazlasıyla ödenir

b-Ücret, sabit ücret ile hedefe veya kotaya bağlı primden oluşuyorsa;

Hedefe veya belli bir kotanın aşılmasına bağlı prim ödemesi uygulamalarında işçinin fazla çalışma ücreti sabit ücret üzerinden saat ücretinin % 150 fazlasıyla ödenir. Başka bir anlatımla bu tür prim ödemelerinin fazla çalışma ücreti hesabına bir etkisi bulunmamaktadır. Bu yönde uygulamaya dair oybirliği mevcuttur.

c-Ücret, sabit ücret ile satışa, sefer sayısına (v.s) bağlı primden oluşuyorsa;

Satışa, ürün miktarına, sefer sayısına veya gidilen kilometreye göre prim ödemelerinde ise sabit ücret üzerinden % 150 zamlı saat ücretine göre hesaplama yapılarak sabit ücrete göre hak kazanılan fazla çalışma ücreti belirlenir. Ödenen prim miktarının % 50 zam kısmına göre de hesaplama yapılır ve her iki hesap yöntemi toplanarak fazla çalışma ücreti belirlenir.

Örneğin işçinin 3000 TL sabit ücret ve 1000 TL ortalama prim aldığı durumda 3000TL/225 saat x 1,5 x fazla çalışma saat sayısı = A şeklinde sabit ücrete göre hak kazanılan fazla çalışma ücreti belirlenir. Aynı dönem için ödenen primlerin, fazla çalışmanın zamsız kısmını karşıladığı kabul edilerek, prim tutarı için 1000TL/225 saat x 0,5 x fazla çalışma saat sayısı = B hesabıyla prime düşen fazla çalışma ücreti belirlenir. A+B toplamı o dönem için hak kazanılan fazla çalışma ücretini belirler. Belirtilen hesap yöntemi birleşme sonrası 9. Hukuk Dairesi tarafından oy çokluğuyla benimsenmiştir.

41. Serbest bölgede faaliyet gösteren işyerinde gelir vergisi istisnasının işçiye ödenip ödenmeyeceği:

Serbest bölgede faaliyet gösteren yatırımcı-üreticinin bu bölgede ürettiği ürünlerinin FOB bedelinin en az % 85 ini yurt dışına ihraç etmeleri halinde ihracata yönelik yatırım ve üretimi teşvik etmek amacıyla istihdam ettikleri personele ödedikleri ücretler üzerinden asgari geçim indirimi uygulandıktan sonra hesaplanan gelir vergisi, verilecek muhtasar beyanname üzerinden tahakkuk eden vergiden indirilmek suretiyle terkin edileceği belirtilerek üretici ve ihracatçılara yönelik teşvik ve destek sağlanmakta olup, gelir stopaj teşviki işçilere sağlanan avantaj olmayıp işverenlerin istihdam maliyetini azaltmaya yönelik teşvik oluşu dikkate alındığında çalışanların bu teşvik unsuru üzerinden hak iddia etmeleri mümkün değildir.

3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunun geçici 3.maddesinde, 2017 yılında yapılan değişiklikle “Bu bölgelerde üretilen ürünlerin FOB bedelinin en az %85’ini yurt dışına ihraç eden mükelleflerin istihdam ettikleri personele ödedikleri ücretler üzerinden asgari geçim indirimi uygulandıktan sonra hesaplanan gelir vergisi, verilecek muhtasar beyanname üzerinden tahakkuk eden vergiden indirilmek suretiyle terkin edilir” kuralı getirilmiş olmakla işçi ücretlerinden gelir vergisi istisnasının işveren adına teşvik mahiyetinde olduğu daha açık biçimde düzenlenmiştir.

Yabancıların Türkiye’de Evlenmesi

Yabancıların Türkiye’de Türk vatandaşlarıyla evlenebileceği gibi aynı veya farkı uyruktan olan yabancılar da Türk makamları önünde evlenebilirler. Bu durumda karşımıza üç olasılık çıkmaktadır: Bir yabancının Türk vatandaşı ile evlenmesi, aynı uyruklu iki yabancının Türkiye’de evlenmesi veya farklı uyruklu yabancıların Türkiye’de evlenmesi.Biri Türk vatandaşı diğeri yabancı uyruklu bir çift Türkiye sınırları içinde evlenmeye karar verdiği taktirde, evliliğin şekline Türk hukuku uygulanacaktır, yani evlilik yetkili makamın önünde yapılmalıdır.5718 s. Milletlerarası Özel Hukuk Ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun “Evlilik Ve Genel Hükümleri” başlıklı 13. maddesi incelenecek olursa, Türkiye’de evlenebilmek için tarafların öncelikle evlenme ehliyetine sahip olmaları gerekmektedir. Tarafların evlenme ehliyetine sahip olup olmadığı kendi milli hukuklarına göre belirlenir. Bu durum genelde tarafların kendi ülke temsilciliklerinden (elçilik veya konsolosluk) aldıkları evlenme ehliyet belgesi ve doğum belgesi ile ispatlanır. Ülke temsilciliğinden Medeni Durum Belgesi alınarak kişinin bekar olduğu belgelenmelidir.

İstenen belgeler:

4’er adet vesikalık,Her iki tarafça imzalanmış ikişer tane evlenme beyannamesi, kişi Türkçe bilmiyorsa bu beyannamenin kendi diline çevrilmesi ve noterce onaylanması gerekmektedir,Yetkili kurumdan alınmış ve evlenmeye engel bir hastalığının bulunmadığını belgeleyen sağlık raporu,Kimlik, yoksa pasaport ve konsolosluk tarafından düzenlenmiş doğum belgesi, ikisinin de Türkçe değilse noter onaylı Türkçe tercümesi yapılması gerekirBekar olduğunu gösterir Medeni Durum BelgesiEvlenme ehliyetinin bulunduğunu gösterir evlenme ehliyet belgesi, bu belgede muhakkak “evlenmeye engel bir hali yoktur” ibaresinin yer alması gerekir.Yukarıda sayılan belgelerden yurt dışından gelenler konsoloslukça apostil edilmeli, onaylanmalı ve Dış İşleri Bakanlığınca onaylanmalıdır.Evliliğin Türkiye’de geçerli sayılması ve onaylanabilmesi için Türk Medeni Kanunundaki düzenlemelerin de göz önünde bulundurulması gerekir. Kişilerin Türk hukukuna göre reşit olması, yakın akraba olmaması, tek eşlilik kabul edildiğinden başka kişilerle evli olmamaları, kanunen evlenmesinde bir sakınca olmaması ve evliliğe engel bir hastalığı olmaması gibi koşulların sağlanmış olması gerekmektedir.

Aynı uyruk, farklı uyruk

İki yabancı, aynı uyruktan veya iki farklı uyruktan olmak üzere, Türkiye’de evlenmek istediklerinde karşılarına iki farklı seçenek çıkar. Bu kişiler kendi ülke konsolosluklarında evlenebilecekleri gibi konsolosluklardan izin alarak Türkiye yetkili memurlarının önünde de evlenebilirler. Yukarıda zaten sayılmış olan evraklar bu kişiler açısından da geçerlidir. Bu durumda kişiler Türk makamı önünde evlenmeye karar verirlerse yine aynı şekilde ehliyetleri kendi ülke hukuklarında göre belirlenir ve evliliğin şekli Türk hukukuna uygun olarak yapılmalıdır. Kişiler Türkçe bilmiyorlarsa evlenme sırasında yanlarında bir tercüman bulunmalıdır ve anladıkları bir dile memurun söylediklerini çevirmelidir. Zira tarafların rızası bu durumda asıldır ve bunun için neyi kabul ettiklerini anlamalıdırlar. Fakat böyle evlilikler Türkiye hukukuna göre geçerli olmayacaktır, Türk makamı önünde evlilik gerçekleştikten sonra kendi ülke temsilciliklerine bildirmeleri ve evlilik bağlarını onaylatıp kendi ülkelerinde geçerli hale getirmeleri gerekmektedir.

YABANCILARIN TÜRKİYE’DE ÇALIŞMA İZNİ ALMASI

Çalışma izni

            Türkiye’de yabancıların çalışma izni 6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanununda düzenlenmektedir. Bu kanunla ilgili olarak “Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliği” de 28 Ağustos 2003 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

Türkiye’de çalışma izni almak için eğer Türkiye’de bulunuyorsanız en az 6 aylık geçerli vize başvurunuzun olması gerekir. Eğer geçerli vizeniz varsa Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına online başvuruda bulunabilirsiniz. Bu başvuru, 99 ile başlayan T.C Yabancı Kimlik Numarası ile yapılır. Çalışma izni alabilmek için belli harçlar yatırılır. Ve gerekli incelemer yapılır.

Başvurular değerlendirilmekte ve işyeri veya işletme üzerinden verilmektedir.  Bazı istisnaları bulunmakla birlikte genel kural bir işyerinde bir yabancının çalışabilmesi için 5 Türk vatandaşının çalışıyor olması gerekliliğidir.

Çalışma izni alabilmek için dikkat edilmesi gereken bazı önemli hususlar vardır. Bu hususlardan birisi çalışmak istediğiniz alanın çalışma izni verilmeyen alanlardan birisi olup olmadığıdır:

Yabancıların Türkiye’de Çalışmasının Yasak Olduğu Meslekler Hangileridir?

Yabancılar Türkiye’de bazı alanlarda çalışamazlar. Bu alanlar, avukatlık, noterlik, turist rehberliği, eczacılık, veterinerlik, diş hekimliği, özel güvenlik görevlisi, Kabotaj Kanunu kapsamındaki bazı işler ve gümrük müşavirliğidir.

Doktor ve hemşireler ise Türkiye’de Sağlık Bakanlığından alınacak mesleki yeterlilik izni ile ve eğer lisans eğitimi yurtdışındaysa diploma denkliği ile birlikte Aile Çalışma ve Sosyal Hizmet Bakanlığına başvurabilirler.

Bir diğer önemli husus ise geçerli vizenin olmasıdır. İlgili yönetmeliğin 7.maddesinde “Turistik vize ya da çalışma amacı dışındaki vizelerle veya iki ülke  arasındaki vize muafiyeti programı ve diğer vize kolaylıklarından yararlanarak Türkiye’ye gelmiş olan ve ikamet tezkeresi olmayan yabancıların, çalışma izni için yurt içinden başvuruları alınmaz” denmektedir.

            Bütün bunların yanı sıra, ülke ekonomisine katkı sağlayacak, ülke ekonomisine katma değer sağlayacak profesyonel meslek sahipleri öğrenim süreci haricinde Türkiye’de kesintisiz 5 yıl ikamet ettiyse bağımsız çalışma iznine başvurabilirler.  Burada kesintisiz kavramına da değinmek gerekir. Kesintisiz ikamet, zorunlu nedenler hariç olmak üzere yurtdışında kalış süresinin yılda 6 ayı geçmemesi ve toplamda 5 yılda 1 yılı geçmemesi anlamına gelmektedir.  Eğer Türkiye’de çalışma iznine başvuracaksınız, hak kaybına uğramamanız ve süreci daha hızlı ve doğru olarak tamamlayabilmeniz için uzman bir avukata başvurabilirsiniz!

YABANCI TAŞINMAZ MALİKİ ÖLÜMÜ HALİNDE TÜRKİYE’DE BULUNAN TAŞINMAZ MALLARININ DURUMU

Taşınmaz Mal

Ülkemizde yapılan son değişikliklerle yabancıların taşınmaz edinmesi kolaylaştırmıştır. Yabancı kişilerin vefatı   veya kişilerin Türk vatandaşlığından çıkması veya çıkarılmasın halinde Türkiye’de bulunan taşınmazların iktisabı ve tescili ile ilgili hukuksal ihtilaflar artmıştır.

Türkiye’de gayrimenkul sahibi yabancı bir kişi vefat ettiğinde onun Maliki bulunduğu gayrimenkuller ile ilgili mirasçılar nakil işlemlerinde Türk mahkemelerinden veraset ilamı alınması gerekmektedir. Noterler yabancı kişi murislere veraset ilamı vermektedirler, Noterler yabancı kişinin nüfus kayıtlarına ulaşamamaktadırlar.

MÖHUK 20. maddesi yabancıların Türkiye de bulunan miras haklarına ilişkin düzenleme yapmıştır.20. maddenin 1. fıkrası ölenin mal varlığının Türkiye’de bulunan kısmı için Türk hukukunun uygulanacağını düzenlemiştir. Buna göre Türkiye’de taşınmaz olan mirasçılar mutlaka sulh hukuk mahkemesinden veraset ilamı almak zorundadırlar. Miras davalarına ilişkin yetki ise MÖHUK 43.Md. düzenlenmiştir.

MADDE 43- (1) Mirasa ilişkin davalar ölenin Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, son yerleşim yerinin Türkiye’de olmaması halinde terekeye dahil malların bulunduğu yer mahkemesinde görülür. Kuralı gereği Taşınmazın bulunduğu yer Sulh Hukuk Mahkemesi de yetkilidir.

Açılan davalarda yerel mahkemeler yabancı memlekette alınmış veraset ilamının tanınması olarak yorumlanıp zaman zaman tanınma kararları vermektedirler. MÖHUK 20. maddesine aykırıdır Nitekim bu kararlar bozulmakta basit bir mirasçılık belgesi edinme işi bazen yıllarca sürmektedir.

Miras Başlıklı MÖHUK 20/1Maddesi Miras ölenin millî hukukuna tâbidir. Türkiye’de bulunan taşınmazlar hakkında Türk hukuku uygulanır.

(2) Mirasın açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine ilişkin hükümler terekenin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

(3) Türkiye’de bulunan mirasçısız tereke Devlete kalır.

(4) Ölüme bağlı tasarrufun şekline 7’nci madde hükmü uygulanır. Ölenin millî hukukuna uygun şekilde yapılan ölüme bağlı tasarruflar da geçerlidir.

(5) Ölüme bağlı tasarruf ehliyeti, tasarrufta bulunanın, tasarrufun yapıldığı andaki millî hukukuna tabidir.

Bu konuda dava açmadan önce Mirasçı lığı kanıtlayacak belgeler

Öncelikle yabancı kişinin  öldüğünü gösteren tutanaklar, belge, Doktor raporu,adli tıp raporu,  savcılık belgeleri,  varsa orada alınmış veraset ilamı hastane kayıtları apostilli olarak Türkçe’ye taşınmazın bulunduğu  veya en son yerleşim yeri Sulh Hukuk Mahkemesine müracaat edilmeli, Sulh  Hukuk Mahkemesi elden verilen Bu belgeleri her ne kadar dava açmak için yeterli görse de karar vermek için çoğu zaman bu gayrimenkullere ilişkin bilgileri tapudan kolayca celp ederken , Ölen kişinin mirasçılarınI tespit için İstinabe yolu ile  adli ilgili ülke Adalet Bakanlığından adli yardım talebinde bulunmaktadır.  Bu zaman ve emek kaybıdır.Bu bir yöntem olsa da usul ekonomisine  uygun değildir.

Bu konuda mahkeme adli yardım talebi ile Dışişleri Bakanlığı Konsolosluk İşleri Genel Müdürlüğü kanalı ile ilgili ülkenin Ankara Büyükelçiliğine müzekkere yazılarak vefat ettiği bildirilen  murisin  mirasçılarının bildirilmesi istediğinde  cevabi yazılar çok kısa sürede gelmektedir, gelen yazı cevabına göre belge düzenlenebilir.

Miras payı ölenin milli hukukuna göre belirleneceğinden somut her  olayda murisin mirasçıları olarak  geriye kalanlar ayrıca belirlenmesi gerekmektedir.

Yabancı uyruklu murisin, mirasçılarının uyruğu da incelenip anılan kişilerin ülkeleri ile ülkemiz arasında taşınmaz edimi konusunda karşılıklılık olması ve sınırları belirlenip şayet bir sınırlama var ise mirasçılık belgesinde Tapu Kanunu 35. maddesi şerhine yer verilmesine gerek olup olmadığı yazılmalıdır.

Yetkili Makam Kararıyla Türk Vatandaşlığı Nasıl Kazanılır?

Türk vatandaşlığını yetkili makam aracılığıyla kazanabilmek için belli başlı yöntemler mevcuttur.  Bu yöntemlerin her birisi belli şartlara bağlanmıştır. En bilinen yol ile Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda aranan şartlar kanunun 11. maddesinde sayılmıştır.  İçişleri Bakanlığı’na yapılacak başvuru ile birlikte vatandaşlığın kazanılması değerlendirmeye alınacaktır. Yurtdışında olup Türk vatandaşlığını kazanmak isteyenler ise konsolosluklar aracılığıyla başvuru yapılabilir.

11) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda;

a) Kendi millî kanununa, vatansız ise Türk kanunlarına göre ergin ve ayırt etme gücüne

sahip olmak,

b) Başvuru tarihinden geriye doğru Türkiye’de kesintisiz beş yıl ikamet etmek,

c) Türkiye’de yerleşmeye karar verdiğini davranışları ile teyit etmek,

ç) Genel sağlık bakımından tehlike teşkil eden bir hastalığı bulunmamak,

d) İyi ahlak sahibi olmak,

e) Yeteri kadar Türkçe konuşabilmek,

f) Türkiye’de kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlayacak

gelire veya mesleğe sahip olmak,

g) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak, şartları aranır.

Bu sayılan şartların varlığı İçişleri Bakanlığı ekiplerince denetlenerek karar verilir.

12) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartıyla Cumhurbaşkanı kararı ile aşağıda belirtilen yabancılar Türk vatandaşlığını kazanabilirler.

a) Türkiye’ye sanayi tesisleri getiren veya bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, kültürel, sanatsal alanlarda olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen ve ilgili bakanlıklarca haklarında gerekçeli teklifte bulunulan kişiler.

b) (Ek: 28/7/2016-6735/27 md.) 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun 31 inci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi uyarınca ikamet izni alanlar ile Turkuaz Kart sahibi yabancılar ve bunların yabancı eşi, kendisinin ve eşinin ergin olmayan veya bağımlı yabancı çocuğu.(1)

c) Vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler.

d) Göçmen olarak kabul edilen kişiler.

(2) (Ek: 19/10/2017-7039/29 md.) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel

teşkil edecek hali bulunanların talepleri Bakanlıkça reddedilir.

Türk vatandaşlığı kazanmanın bir diğer yolu ise evlilik yoluyla kazanmadır. Evlilik doğrudan Türk vatandaşlığını kazandırmaz. Kanunda evlilik yoluyla vatandaşlık kazanmanın şartları sıralanmıştır:

 16 – (1) Bir Türk vatandaşı ile evlenme doğrudan Türk vatandaşlığını kazandırmaz. Ancak bir Türk vatandaşı ile en az üç yıldan beri evli olan ve evliliği devam eden yabancılar Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvuruda bulunabilir. Başvuru sahiplerinde;

a) Aile birliği içinde yaşama,

b) Evlilik birliği ile bağdaşmayacak bir faaliyette bulunmama,

c) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmama, şartları aranır.

(2) Başvurudan sonra Türk vatandaşı eşin ölümü nedeniyle evliliğin sona ermesi halinde

birinci fıkranın (a) bendindeki şart aranmaz.

(3) Evlenme ile Türk vatandaşlığını kazanan yabancılar evlenmenin butlanına karar

verilmesi halinde evlenmede iyiniyetli iseler Türk vatandaşlığını muhafaza ederler.

Türk vatandaşlığı başvurusunun reddedilmesi halinde ise itiraz yolları söz konusudur. İdarenin verdiği kararın hatalı olduğu düşünülüyorsa bu kararlara yönelik hukuki mücadele başlatılabilir. Bunun için ise tecrübeli bir hukuk ofisi ile çalışmak hak kaybının yaşanmaması için önemlidir. Seyhan hukuk, vatandaşlık işlemlerinizin tüm aşamalarında müvekkillerine etkin bir biçimde hizmet sağlamaktadır.

Türkiye’ye Giriş Yasağı

Türkiye’ye giriş yasağı 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununda düzenlenmiştir. Söz konusu kanunun 9/1 maddesi aşağıdaki gibidir:

“Genel Müdürlük, gerektiğinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşlerini alarak, Türkiye dışında olup da kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından Türkiye’ye girmesinde sakınca görülen yabancıların ülkeye girişini yasaklayabilir.”

Yukarıdaki maddeyi incelerken öncelikle bir takım kavramların tanımlanmasında fayda vardır.

“Yabancı” Kavramı:

Anayasanın 66 maddesinin 1 fıkrasındaki düzenlemeye göre, “Türkiye Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 3/1 maddesinin ü bendinde de Anayasanın belirtilen maddesinin mefhumu muhalifinden yola çıkarak, yabancı kavramının “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile vatandaşlık bağı bulunmayan kişiyi” ifade edeceği belirtilmiştir. Buna bağlı olarak sonradan Türk vatandaşlığı kazananlar da din, dil, ırk, felsefi görüş, cinsiyet, renk, siyasi görüş ve benzeri sebeplerden dolayı ayrımcılık yapılmaksızın Türkiye vatandaşıdır. Türkiye’de ikamet izni ile yaşayanlar Türk vatandaşı sayılmamaktadır.

“Kamu Düzeni” ve “Kamu Güvenliği” Kavramları:

Kamu düzeni kavramı birçok kanunda kullanılsa da kesin bir tanımı halen yapılmış değildir. Genel anlatımla toplumun ve kamunun genelini ilgilendiren düzen olarak anlaşılmaktadır. Kamu güvenliği ise aynı şekilde ülkede yaşayan toplumun güvenliğidir. Bu kavramlar yoruma çok açık olduğundan suistimal edilmeye oldukça açıktır ve her hukuka aykırı davranış bu kavramların dahilinde yorumlanabilir. Bu çıkarımdan anlaşılabileceği üzere, ülkeye giriş yasağı kararı almaya yetkili makam olan Genel Müdürlüğe bu konuya ilişkin geniş bir hareket alanı tanınmıştır.

Haklarında giriş yasağı kararı alınan kişiler sınır kapılarından geçerken durdurulur ve Türkiye’ye giriş yapamazlar. Bu kişilere Türkiye sınırlarından neden alınmadıklarına ilişkin “Kabul Edilemez Yolcu Bilgilendirme Tutanağı” verilir. Tutanağın üzerinde kişinin kimlik bilgileri, işlem saati ve açıklaması, kişinin bu tutanakla başvurabileceği makamlar ve hakları yazılı olmalıdır. Açıklama kısmında Genel Müdürlüğün iç yazışma kodları yazılı olduğundan kişi neden ülkeye alınmadığı hakkında bilgi almak istediği takdirde büyükelçilik veya konsolosluklardan “Pasaport Deport Sorgulama” yapabilir. Aynı zamanda bu sorgulamayı vize işlemlerini tamamlarken de yapabilir ve hakkında herhangi bir sınır dışı kararının olup olmadığını öğrenebilir.

Ülkeye giriş yasağı bir idari işlem olduğundan bu işleme karşı İdare Mahkemesine başvurulabilir. Fakat kanunda mahkemeye başvuru süresine ilişkin herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Bu durumda ülkeye giriş yasağı idari bir işlem olduğundan İdare Mahkemesine genel başvuru süresi kabul edilmeli ve mahkemeye altmış gün içinde başvurulmalıdır.

Ülkeye giriş yasağı en fazla beş yıl olabilir. Fakat kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından ciddi bir tehdit bulunması halinde bu süre Genel Müdürlükçe on sene daha uzatılabilir, yani belirtilen durumların varlığı söz konusu olduğunda kişi hakkında on beş sene süre ile Türkiye’ye giriş yasağı konabilir. Bu durumda yine yukarıda belirtildiği üzere Genel Müdürlüğün takdir yetkisi vardır. YUKK 9 maddesinin 4 fıkrasında bu süre vize veya ikamet izni süresi sona eren ve kendi iradesiyle valiliklere Türkiye dışına çıkmak için başvuran kişiler açısından en fazla bir yıl olabileceği düzenlenmiştir.

Türk vatandaşlığı parasız nasıl alınır?

Türk vatandaşlığı almanın birçok yolu vardır (Türk anne-babadan doğmuş olmanın dışında). Yabancılar için Türk vatandaşlığını almanın en hızlı ve en kolay yolu, Türkiye Cumhuriyeti ekonomisine büyük miktarlarda yatırım yapmaktır. Elli ve üzeri Türk vatandaşına istihdam sağlamak, 250 000 ABD Doları ve üzeri değerinde gayrimenkul satın almak, kayıtlı sermayesi 500.000 ABD dolarından fazla olan bir şirket kurmak ve vatandaşlık almanın diğer istisnai yolları.

ANCAK, VATANDAŞLIĞI BAŞKA YOLLARLA DA (PARASIZ) EDINEBILIRSINIZ. AŞAĞIDA BAZILARI GÖSTERILMIŞTIR:

  1. Türk vatandaşıyla evlilik. Üç yıl veya daha uzun süre bir Türk vatandaşıyla evli olan bir yabancı vatandaşlık başvurusunda bulunabilir. Evliliğin gerçek olması gerektiğini belirtmek gerekir – bu husus ilgili yetkililer tarafından izlenmektedir.
  2. Türkiye’de resmi olarak işe girmek. Türkiye Cumhuriyeti’nde beş yıl veya daha uzun süreli çalışma izniyle ikamet eden bir yabancı, Türk vatandaşlığına başvurma hakkına sahiptir. Bir yabancıyı işe alabilmek için işverenin Türk hukukunda öngörülen bir takım koşulları yerine getirmesi gerektiğine dikkat etmek gerekir.
  3. Örneğin, belirli sayıda Türk vatandaşına istihdam sağlamak (resmi olarak çalışacak olan her bir yabancıya karşılık en az beş Türk vatandaşını resmi olarak çalıştırmak). Ayrıca, işveren bir yabancıyı asgari bir ücret karşılığında çalıştıramaz. Bir yabancının maaşı asgari ücretin en az bir buçuk katı olmalıdır (farklı mesleklerin farklı standartları vardır).
  4. Türk üniversitesinde öğrenim görmek. Yabancıların öğrenci ikamet izninde ikamet ettiği yıllar, mezuniyetten sonra daimi ikamet izinlerinden birine (çalışma, aile veya gayrimenkul sahibi olma) geçiş yapmaları durumunda ülkede kalış süresi olarak kabul edilmektedir.
  5. Toplamda, Türkiye’de ikamet süresi (öğrenci + daimi) beş yıl veya daha fazla olmalıdır.

Aynı şekilde Türkiye’de gayrimenkul satın alarak ve içinde beş yıl ve üzeri süreyle ikamet ederek vatandaşlık başvurusu yapma hakkını kazanılır. Bu, Türk vatandaşlığını parasız edinmenin bir yolu değildir, ancak Türkiye’de uygun bir fiyata bir daire bulmak oldukça mümkündür. Gayrimenkul alımı ile ilgili işlem yapmadan önce hukuki danışmanlık almanız tavsiye edilir, Seyhan Hukuk Bürosu avukatları bu alanda uzun yıllara dayanan deneyime sahiptir.