DÜRÜSTLÜK KURALI VE HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI

TMK. MADDE 2

“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.

Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”

Bir hak, ancak hukuk düzeninin izin verdiği sınırlar içinde kullanılır. Kişinin bir hakkından veya kendine tanınan bir yetkiden hukuk düzeninin temel ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde yararlanması, hakkın kötüye kullanılması kavramını tanımlar.

Bir hakkın kötüye kullanıldığının kabulü için, kötüye kullananın zarar verme kastı ile hareket etmesi ve kusurlu olması şart değildir; hakkın amacı dışında kullanılmış olması yeterlidir. Hangi durumlarda hakkın kötüye kullanıldığının tespiti için her somut olayın kendi içinde ve özelinde değerlendirmeye tabi tutulması gerekir. Zira TMK. Madde 2 hükmü diğer başlangıç hükümleri gibi çatı bir hüküm olduğundan her hak için genel nitelikte bir sınırlama getirmiştir, dolayısıyla her somut olaydaki uyuşmazlık özelinde çözüm getiren bir kural olduğu belirtilmelidir. Bununla birlikte, bu madde, genel hukuk kurallarını yürürlükten kaldırmaz; eğer bir uyuşmazlığa uygulanması gereken özel bir hüküm varsa öncelikle ilgili hüküm uygulanmalıdır zira aksi bir uygulama hukuki güvenliği ortadan kaldırabilir ve hâkimin keyfi kararlar vermesine yol açabilir. Hakkın kötüye kullanılması yasağı son çare olarak uygulanması gereken kapsamlı ve genel bir kuraldır.

TMK 2. Madde hükmü önce hakların dürüstlük kuralları içinde uygulanması gerektiğini belirtmiş, ardından bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından korunmayacağını hüküm altına almıştır. Dürüstlük kuralı, kişilerin, haklarını kullanırken ya da  borçlarını yerine  getirirken dürüst, namuslu, makul  ve  yaptığı  eylemin  sonucunu  bilebilen orta  zekalı  bir kişinin benzer olaylardaki  davranışı  gibi  hareket  etmelerini  sağlama amacındadır. Hükmün gerek sıralamasına gerekse içeriğe bakıldığında anlaşılması gereken şudur ki bir hak dürüstlük kurallarına aykırı kullanılırsa, yaptırım olarak açıkça kötüye kullanmanın varlığı kabul edilecek ve o hak hukuken korunmayacaktır. Bu anlamda dürüstlük kuralı ile hakkın kötüye kullanılması yasağı birbiriyle son derece bağlantılı kurumlardır. Zira dürüstlük kuralı, hakların sınırını belirleyerek hakkın kötüye kullanımının nerede başlayacağını gösteren genel bir ölçüttür. 

Dürüstlük kuralı ile hakkın kötüye kullanılması arasında doğal bir bağ olsa da ayrıldığı noktalar vardır. Dürüstlük kuralı yalnızca hakların kullanılmasında değil, borçların ifasında da uyulması gereken, hukuki işlemler ile kanunların tamamlanmasında da kullanılan bir kuraldır, hakkın kötüye kullanılması ise sadece hakların kullanılması açısından uygulama alanı bulur.

Hakkın kötüye kullanılmasının mevcudiyetinden bahsedilebilmesi için bir takım unsurların birlikte olması gerekir. Öncelikle kişiye hukuk tarafından tanınan bir hakkın varlığı gerekir, bir kimsenin hukuken sahip olmadığı bir hakkı varmış gibi kullanması hakkın kötüye kullanılması kapsamında değil, haksız fiil kapsamında değerlendirilecektir. Aynı zamanda hukuken tanınan bu hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması ve hakkın kötüye kullanılmasından başkalarının zarar görmüş veya zarar görme tehlikesi ile karşılaşmış olması da gerekir.

Hakkın kötüye kullanılmasına ilişkin yargı kararları:

 Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2010/11-333 K. 2010/406 sayılı kararına göre;

“Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.”

              Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 6 Haziran 1979 gün 14/190-799 sayılı kararı ile Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi Kararlarına göre;

“… Bir sözleşmenin taraflarından birinin o sözleşmenin ifa olunacağı hususunda o güne kadar süre gelen davranışları ile karşı tarafa tam bir güvence vermiş ve karşı taraf da sözleşmenin yerine getirileceği inancına iyi niyetle bağlanarak kendisine düşen edimleri yerine getirmiş ise, artık sözleşmenin şekil yönünden geçersizliğini ileri sürmek hakkın kötüye kullanılması niteliğini taşır ve bu husus yasal himayeden yoksun kalır. Bu durumlarda sözleşmenin geçersizliğine dayanılarak akdin icrasından kaçınılamaz… olayın özelliğine göre cebri tescil davası kabul edilmelidir…”

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 1997/6603 K. 1997/8864 sayılı kararına göre:

. “Bir akdin müzakeresi taraflar arasında bir hukuksal ilişki kurar ve sözleşmenin müzakeresine girişen taraflar bu ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranmakla yükümlüdürler ( MK. mad. 2 ). Bu yükümlülük, sözleşmenin yapılması hususunda ciddi bir niyetle müzakereye katılmayı gerekli kılar. Örneğin, uyuşmazlık konusu olayda olduğu gibi kira sözleşmesini kurmamaya kararlı olmak üzere müzakereye girişen ve teklifte ( öneride ) bulunan davalı A…’nın eylemi dürüstlük kuralına aykırı davranış olarak nitelendirilmelidir.”

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2021/1923 K. 2021/3835

“Bir kamu kurumu olan davalı belediyenin; davacının da aralarında bulunduğu gecekondu sahiplerine, kamulaştırmadan sonra arsa tahsis edileceği yönünde güven aşılamak suretiyle, tahsis edilecek arsalar karşılığında para topladığı sabittir. Davalının kamuya sunduğu bu nitelikteki bir işlemde, devletin güvenilir olması asıldır. Arsa tahsisi yapılacağı ilanına güvenerek belediyeye para yatıran davacı, belediye ile olan bu ilişkide edimini yerine getirmiş, davalı ise getirmemiştir. İfa, davalının kusuru ile imkansız hale gelmiştir. Davalının tahsisin yapılmadığını ileri sürmesi TMK. 2.maddeye göre hakkın kötüye kullanılmasıdır. Davalı kurum, davacının zararını gidermelidir. Tazminat miktarı belirlenirken, davacının gerçek zararı esas alınmalıdır.”

STJ. AV. NİLSU ŞAHİN