VAKA VE KARAR ANALİZİ: DOLANDIRILAN KİŞİLERE KARŞI BANKALARIN SORUMLULUĞU VE FRAUD KONTROLÜ

VAKA VE KARAR ANALİZİ: DOLANDIRILAN KİŞİLERE KARŞI BANKALARIN SORUMLULUĞU VE FRAUD KONTROLÜ

            Müvekkil, 2022 yılının 3. ayında bizlere başvurarak başından geçen dolandırıcılık olayıyla  ilgili danışmanlık talep etmiştir. Olay şu şekildir:

Belli oranda görme bozukluğu olan müvekkil,  banka numarasına benzer bir numaradan aranınca bankadan arandığını düşünerek telefonu yanıtlamıştır. Dolandırıcılar müvekkile kredi başvurusu yapıp yapmadığını sormuş, müvekkil yapmadığı yanıtını verince dolandırıcılar müvekkilden mobil şubeye girmesini söylemişlerdir. Bu sırada müvekkile fon bozdurma işlemleri yapıldığını, hesabında olağandışı hareketlerin yaşandığını söyleyerek sesli yanıt sistemine aktardıkları kandırmacası ile önce şifreyi değiştirmişler sonrasında gerçekten fon bozdurup EFT talimatı vermişlerdir. Bu sırada müvekkil tekrardan müşteri hizmetleri sandığı kişi ile görüşmüş “provizyon iade işlemi yapılacak” şeklindeki ifadeler ile dolandırılarak eft işlemine de onay vermiştir.

Müvekkil kısa bir süre sonra dolandırıldığını anlamış hızlıca bankayı aramış, işlemlerin iptalini talep etmiş ancak sonuç alamamıştır. Sonrasında ise savcılığa giderek şikayetçi olmuştur. Burada şunu belirtmek gerekir; dolandırıcılar paraları, eft yaptıkları hesapta tutmayıp kripto para borsalarından birine aktarmış ve böylece takibini zorlaştırmışlardır.

Danışmanlık kısmında müvekkile, bankaların ağırlaştırılmış sorumluluğunu anlatarak somut olayda bankanın anormal işlemlerle alakalı gerekli tedbirleri almadığından ve fraud izleme yönteminden bahisle, dolandırılan paranın bir miktarının bankadan tahsil edilebilme ihtimalini anlattık. Ancak kendisinin de belli oranda kusurlu olduğunu ve müterafik kusuru izah ettik. Tüketici işlemi olduğu için tüketici lehine yorum ilkesinden bahsettik. Sonrasında ise dava açmaya karar verdik.

            Tüketici mahkemesinde açtığımız davada, temel tezlerimiz bankaların güven kurumu olduğu, bu nedenle sorumluluklarının da ağırlaştırılmış olması gerektiği ve objektif özen yükümlülüğü bulunduğu şeklindeydi. Nitekim bankalar gerek ilgili mevzuat gerekse de kuruluş amaçlarından yola çıkılarak hakkaniyet ilkesi gereği teknolojinin en güncel gelişmelerinden yararlanarak müşteri veya mudilerini korumak zorundadır. Bu noktada özellikle müvekkilin daha evvel yaptığı işlemler, işlemlerin sıklığı, yeni bir hesaba para aktarımı gibi hususlar gözetildiğinde olağan dışı hareketlerin  olduğu ve bankanın fraud izleme yöntemini (ödemenin müşteriye ait olup olmadığını denetleyen bir izleme/kontrol sistemi) aktif etmekte kusura düştüğü açıktır.

Konuya ilişkin mevzuata bakıldığında 15 Mart 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Bankaların Bilgi Sistemleri ve Elektronik Bankacılık Hizmetleri Hakkında Yönetmelik’in 36. maddesi şu şekildedir:

MADDE 36 – (1) Banka, elektronik bankacılık hizmetleri kapsamında gerçekleşen olağan dışı, sahtekârlık amaçlı veya dolandırıcılık riski bulunan işlemleri tespit etmeye ve bunları önlemeye yönelik işlem takip mekanizmaları kurar. İşlem takip mekanizması kapsamında uygun olan durumlarda asgari olarak aşağıdaki risk unsurları takip edilir:

  1. Finansal sonuç doğuran işlemlere yönelik bilinen dolandırıcılık yöntemleri,
  2.  Gerçekleştirilen her bir bankacılık işleminin tutarı ve bu tutarlara göre müşterinin

konum bilgisi de kullanılarak normal dışı bir ödeme, fon transferi ya da davranış deseni

gösterip göstermediği,

c) Kaybolmuş, çalınmış ya da yetkisiz kişilerce ele geçirilmiş kimlik doğrulama unsurlarının listesi,

ç) Her bir kimlik doğrulama oturumuna yönelik olarak zararlı yazılımların bulaşmış

olabileceğini gösteren belirtiler.

(2) Banka, riskli işlemleri filtreleyerek değerlendirir ve bu filtrelere takılan müşterileri

daha yakından takip eder. Riskli işlemlerin gerçekleştirildiğinin tespit edilmesi halinde

banka, telefon ya da kısa mesaj gibi uygun yöntemlerle müşterilerin en kısa sürede

uyarılmasını sağlar.”

Maddenin birinci fıkrasında geçtiği üzere bankalar işlem takip mekanizmalarını kurmak ve riskli işlemleri takip edip müşterilerini uyarmak zorundadır. Öte yandan dosyaya da sunduğumuz konuya ilişkin doktrin görüşleri ve yüksek yargı kararları ise şu şekildedir:

“Müşterilerin internet bankacılığını kullanmakta olması bankaların mevduatı koruma yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağı gibi, sorumluluğunu da hafifletmeyecektir. Bu kapsamda işlemlerini internet ortamına taşıyarak daha fazla müşteri kitlesine ulaşmak ve dolayısıyla daha fazla kâr elde etmek isteyen bankanın, buna paralel olarak gerekli teknolojik ve yazılımsal önlemleri alması, gelişen teknoloji karşısında kötü niyetli üçüncü kişilerin internet bankacılığı sistemine girişimlerini anında engelleyecek güvenlik mekanizmasını oluşturması, sistemini sürekli güncelleyerek yenilemesi, herhangi bir usulsüz işlemle karşılaşıldığında gerekli önlemleri almanın yanı sıra müşterilerini de anında bilgilendirmesi gerekmektedir”(Savaş, Abdurrahman; İnternet Bankacılığı ve Tarafların Yükümlülükleri, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 19, S. 2, s. 151.) .

” Davalı banka adam çalıştıran sıfatı ile de sorumludur. Bilindiği gibi adam çalıştıranın sorumluluğu bir kusur sorumluluğu olmayıp olağan sebep sorumluluğudur. Burada Yasa adam çalıştırana genel nitelikte objektif bir özen yükümlülüğü, bir gözetim ödevi yüklemiştir. Adam çalıştıranın sorumluluğu, kendisinin veya emrinde çalışan yardımcı kişinin kusurlu olup olmamasına bakılmaksızın, kusurdan bağımsız olarak doğmaktadır. Sorumluluğun doğması için objektif özen yükümlülüğünün ihlaliyle meydana gelen zarar arasında, uygun illiyet bağının bulunması yeterli kabul edilmiştir. Adam çalıştıran, görülecek işe uygun fikri, mesleki bilgi ve yeteneklere sahip bir kişi seçmekle yükümlüdür. Seçeceği yardımcı kişinin, göreceği iş için vasıflı, yeterli eğitim görmüş, yeni bilgi, yöntem ve teknikleri özümsemiş ve izlemiş olmasını arayacaktır.” (Prof. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 2, 4. Bası, sh. 160)

“Davacının internet bankacılığı kullanırken, sanal klavye kullandığı, ayrıca bilgisayarında anti virüs programının bulunduğu, bu durumda davacının sıradan bir bilgisayar kullanıcısının alabileceği tüm önlemleri alıp, banka güvenlik kurallarına da riayet ettiği; Davalı bankanın olayı engelleyecek tüm önlemleri almadığı, bazı güvenlik sistemlerinin davalı bankanın sisteminde bulunmadığı, olayda davacıya atfedilecek bir kusur olmadığı, davalının mevduat sahibi davacıya karşı sorumluluğunun devam ettiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesi yerindedir.” Yarg. 19. HD. T. 29. 01. 2009, E. 2008/5878- K. 2009/505

“Mahkeme yapılan yargılama sonucunda davacıların şifrelerini ve kişisel bilgilerini korumakta müterâfik kusurlu davrandıkları anlaşılmışsa da, davalı bankanın da olay tarihi itibariyle mevcut teknolojik imkanlar çerçevesinde, paranın ele geçirilmesini engellemek için gerekli güvenlik önlemlerini almadığı belirlenmiştir. İnternet bankacılığı hizmeti sunan bankaların asli borcu, elektronik bankacılık işlemlerinin güvenlikle yapılabilmesini sağlamaktır. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyen bankaların asli kusurlu sayılması gerektiği de açıktır. O halde somut uyuşmazlık yönünden de mahkemece davacı mudilerin davalı banka ile eşit oranda kusurlu sayılmaları doğru olmamıştır…”, Yarg. 11. HD., T. 09.03.2009, E. 2007/13816-2009/2645

“Somut olayda davalı banka, davacı ile dava dışı …’ın bankayı dolandırmak amacıyla iş ve gönül birliği yaptıklarını ne iddia etmiş ne de bu konuda bir kanıt ibraz edebilmiştir. O halde BK. 100. madde doğrultusunda bir kurtuluş kanıtı getirememiştir.” Yarg. HGK.nun 15.6.1994 tarihli ve 11-178/398 sayılı Karar

“…davalı bankanın iki ayrı şubesinde hesabı bulunan davacının taraflar arasındaki bireysel internet şubesi sözleşmesi uyarınca davalının internet şubesi nezdinde yaptığı işlemlerde kullandığı kullanıcı adı ve şifresinin bilgisayarına (davacının bilgisayarına) yerleşmiş casus programlarla başkasınca elde edilerek davacı hesaplarından…TL’nin çok kısa bir süre içerisinde (16)ayrı işlemle internet yolu ile davacının haberi olmadan davalı bankanın Konak şubesine aktarılmasında bu tür bilgisayar korsanlığı yöntemiyle işlemler yapılmasını önleme yolunda ek güvenlik tedbirleri almayan ve olaydan sonra bu yola tevessül eden davalının kusurlu ve sorumlu bulunduğunun, davacının sanal klavye kullanması halinde dahi, bunun yapılan bilgisayar korsanlığını engellemeye teknik olarak yetmeyeceğinin anlaşılmasına, işlemi yapan kişi hakkındaki ceza soruşturması sonucunun hafif kusurundan dahi sorumlu olan davalı banka bakımında etkili görülmemesine göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddine ve kararın onanmasına…” Yarg. 11. HD., E. 2005/4787-K. 2006/7341

“Somut olayda, bir güven ve özen kurumu olan bankanın en hafif kusurundan dahi sorumlu olacağı, bankanın sorumsuzluğuna dair olarak yapılan anlaşmaların batıl olacağı, bankanın ve çalışanlarının sektörün kendisine yüklediği sorumluluk çerçevesinde mevduat sahibinin ve müşterinin korunması ilkesinden hareketle tüm ihtimalleri değerlendirerek riski minimize etmek adına davacı şirketi ciddi miktarda bir krediden haberdar etmesinin gerektiği, her ne kadar sözleşme faks ortamında işlem yapmaya imkân vermekte ise de kısa süreler içinde hesaplarında da nakit bulunmakta iken yüklü miktardaki işlemde faksın aslının talep edilmesinin önünde herhangi bir engel olmadığından bu doğrultuda faksın aslını istemesi veyahut en azından telefonla teyit etmesi gerekirken, tüm bunları yapmayarak kusurlu davrandığı ve mevcut zararın ortaya çıkmasında müterafik kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır.” Hukuk Genel Kurulu 2021/361 E. , 2021/772 K.

Bilirkişi incelemesine gönderilen dosyada IP, LOG ve ses kayıtları incelenmiş tarafların yapmadığı, yanlış veya hatalı yaptığı ya da yapmaması gereken hususlar tespit edilerek kusurlar ve kusur oranları ve kusurların ağırlığı mahkemenin takdirine bırakılmıştır. Bu aşamada HMK 107 uyarınca açtığımız davada müvekkilin müterafik kusurunu da gözeterek bedel artırımında bulunduk. Mahkeme tahkikat aşamasını bitirip sözlü yargılama aşamasına geçti ve sonrasında ise karar verdi. Verilen kararda mahkeme davamızı kabule karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şu şekildedir:

“Somut olaya ilişkin olarak davalı bankanın sorumluluğu değerlendirildiğinde;  dava konusu fon satışının internet bankacılığı üzerinden gerçekleştirildiği, yüksek miktarlı ve peşpeşe yatırım hesabından fon bozdurulduğu, ardından para transferi yapıldığı, daha önceden bu şekilde yüksek tutarlı EFT işlemi yapmayan davacının bu işleminde bir uyumsuzluk bulunduğunun davacı banka tarafından tespitinin gerektiği, davalı banka tarafından onay için davacının arandığı, ancak cevap vermediği beyan edilmiş ise de, dolandırıcılık şüphesi tespit eden davalı bankanın davacının açık onayını almadan para transferi işlemini yapmaması gerektiği, davalı bankanın şüpheli işlemlerin varlığını tespit etmesine rağmen işlemlerin davacının bilgisi ve rızası dahilinde olduğunu teyit etmeden dava konusu işlemlerin başarılı şekilde gerçekleşmesine izin verdiği için güvenlik sürecinde zafiyet olduğu, davalı bankanın alınması gereken tüm önlemleri almamış olduğu sonucuna varılmıştır.

Somut olayda davacının sorumluluğuna ilişkin olarak ise; davacının, dava dışı 3. kişilerin yönlendirmesi ile bilgilerini paylaşarak onay verdiği, bu suretle davacının ortaya çıkan zarardan sorumluluğunun bulunduğu görülmektedir.

Davaya konu işlemlerin yapılmasında her iki tarafın da kusurunun bulunduğu gözetildiğinde, tarafların üzerine düşen ödev ve sorumlulukların derecesi, davacının bilgilerini dava dışı kişilerle paylaşmış olması, ancak cep imza onayı alınırken gelen onay ya da red ibaresinin davacının görme engeli nedeniyle yanıltıcı olabileceği  hususu  nazara alınarak davalı bankanın %40, davacının ise %60 oranında kusurlu olduğunun kabulünün hakkaniyete uygun olduğu kanaatine varılmıştır.” Ankara 5. Tüketici Mahkemesi E… K…. Tarih:../../2023

AV. HALDUN BARIŞ

INTERPOL VE KIRMIZI BÜLTEN KARARINA İTİRAZ

INTERPOL VE KIRMIZI BÜLTEN KARARINA İTİRAZ

Uluslararası Kriminal Polis Teşkilatı, bilinen adıyla INTERPOL merkezi Fransa Lyon’da olan uluslararası bir teşkilattır. Teşkilatın tüzüğü 1954 yılında Viyana’da kabul edilmiştir. 

INTERPOL adi suçlarla mücadele için kurulmuştur ve uluslararası yardımlaşma sağlamaktadır. Genel sekreterlik, genel kurul, milli merkez büroları ve danışmanlar adlı 4 birimi bulunan INTERPOL’un kendi bünyesinde polis bulunmamaktadır. INTERPOL üye devletlerin polis teşkilatları arasında işbirliği sağlamaktadır. 

INTERPOL’ün kuruluş amacına tüzüğünün 2. maddesinde yer verilmiştir: 

“Tüm Kriminal Polis Birimleri arasında, değişik ülkelerdeki yasalar çerçevesinde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ışığı altında karşılıklı olarak en geniş düzeyde yardımlaşmayı sağlamak ve adi suçların önlenmesi ile bastırılmasına katkıda bulunacak kuruluşlar teşkil etmek ve bunları geliştirmektir.”

Bu amaçlar çerçevesinde INTERPOL’ün işlevi için oldukça önemli olan bir veri tabanı kurulmuştur. Bu veri tabanında üye devletlerle bilgi paylaşımı yapılmakta olup suçların önlenmesi ve suçluların yakalanması hususunda oldukça önemli bir sistemdir. 

Öte yandan INTERPOL’ün çalışma sisteminde renklerle isimlendirilmiş bültenler ve difüzyon sistemi bulunmaktadır. Bültenlerden en çok karşılaşılan kırmızı bülten; bir yakalama müzekkeresini içermektedir. Kırmızı bülten ile yakalama, tutuklama, yer tespiti gibi işlemlerin uygulanması sağlanmaktadır. Kırmızı bülten üye ülkelerinin adli makamlarınca veya uluslararası mahkemelerce genel sekreterlikten talep edilir ve genel sekreterlik çıkarır. 5 yıl süreyle geçerlidir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise ülkelerin kolluk kuvvetleri diğer ülkelerin INTERPOL mercilerine mesaj göndererek yakalama talep eder. Bu mesaja ise difüzyon mesajı denmektedir. 

INTERPOL KIRMIZI BÜLTEN VEYA DİFÜZYON MESAJINA İTİRAZ SÜRECİ

Öncelikle belirtmek gerekir ki INTERPOL tüzüğü en temelde insan haklarına dayanmakta ve insan haklarının gerektiği durumlarda süreç işletilmemekte veya iptal edilmektedir. Bu nedenle delillendirilmemiş, usulüne uygun olmayan, formu doğru doldurulmamış veya politik taleplerin işleme alınmaması gerekmektedir. Diğer yandan INTERPOL süreci, terör gibi ülkeden ülkeye değişen konularda da işletilememektedir. Yine de bazı ülkeler farklı çeşitli suçlamalar altında siyasi suçlular hakkında INTERPOL süreçlerini işletmeye çalışmaktadır. 

Türkiye’de, İçişleri Bakanlığı’na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde INTERPOL Daire Başkanlığı bulunmakta ve INTERPOL süreçleri bu daire aracılığıyla yürütülmektedir. Öte yandan INTERPOL süreçleri nedeniyle sınırdışı edilen ve iade edilen kişiler hakkında kurumlar arasında işbirliği yapılmakta örneğin Göç İdaresi aracılığıyla N-99 tahdit kodu sisteme işlenmektedir. Böylece kişinin sonradan yapacağı meşruhatlı vize başvuruları veya oturma izni gibi başvurularda bu konu karşısına çıkacaktır. 

INTERPOL süreçlerindeki bir diğer önemli husus ise talep eden ülkenin yargı makamlarının adil ve demokratik standartlara uygun süreçler işletip işletmediğidir. Bu nedenle birtakım ülkeler, kişiler hakkında INTERPOL süreci işletip kırmızı bülten çıkarsa veya difüzyon mesajı gönderse dahi bu kararlara itiraz edilmelidir. 

Bu itiraz süreci öncelikle kişiye ilişkin bilgilere erişim izni talep etmekle yapılmaktadır. Erişim izninin ardından bir dilekçe ile söz konusu karara itiraz edilir ve Genel Sekreterlik bu itirazı inceler. Bu itiraz dilekçesinin hukuki bir dil içermesi, teknik ve somutlaştırılmış olması ayrıca AİHM gibi uluslararası mahkeme içtihatlarının eklenmesi önemli olacaktır. 

TÜRKİYE’DE INTERPOL SÜRECİ ETKİN MİDİR?

Türkiye’de gerek emniyet birimleri gerek de yargı birimleri INTERPOL sürecini etkin şekilde kullanmaktadır. EGM verilerine göre –2017 verilerine ulaşabildim– 82 kişi INTERPOL süreci ile iade edilmiş ve 13 kişi ise ülkemize iade edilmiştir. (EGM 2017 Faaliyet Raporu)  Aşağıda pek çok Yüksek Yargı kararında INTERPOL sürecine ilişkin kararlar yer almaktadır:

“Emniyet Genel Müdürlüğünün interpol aracılığı ile konu hakkındaki yapmış olduğu araştırmaya verilen cevapta,…..SEBA M isimli geminin sahibinin ifadesine göre söz konusu geminin 31/01/2001 tarihinde Cezayir karasularında bulunduğu, adı geçen Türk şirketinden akaryakıt almadığı, MARC isimli geminin 12/03/2002 tarihinde Mersin Limanından fuel oil aldığı ancak satın aldığı şirketin A&B Pazarlama Sanayi Ticaret Ltd. Şti. nin değil B. TRADİNG SA olduğunun belirtildiği, fezlekede belirtilen diğer gemiler hakkında ise yazıda belirtilen tarihler arasında ya akaryakıt satın almadıkları ya da A&B şirketinden değil Baytur adlı şirketten satın aldıklarını ifade ettikleri, incelemeye konu gemilerin bazılarının yakıt türünde bazılarının miktarında farklılıklar olduğu, bu farklılığın tespit edilmesi üzerine sondaj usulü ile yapılan incelemede 23 geminin daha incelendiği yine bazılarının yakıt miktarında bazılarının ise türünde farklılıklar saptandığı, interpol aracılığı ile yapılan araştırmaya verilen cevapta bazı gemilerin kayıtlarda gözüken şirket yerine Baytur Trading SA adlı şirketten yakıt aldıklarını beyan ettikleri görüldüğünden söz konusu şirketin belirtilen adresinde araştırma yapıldığı, söz konusu adreste Anadolu Uluslararası Ticaret Taşımacılık A.Ş adlı şirketin bulunduğu, B. Trading SA adlı şirketin Cenova da faaliyet gösterdiğinin öğrenildiğini” Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 29.04.2014 tarihli ve 2013/12543 E., 2014/6809 K. sayılı kararı

“yazan ve beyanına göre kaçak yollarla Türkiye’ye giriş yaptığı anlaşılan sanığın, gerçek kimliğinin İnterpol aracılığıyla tespit edilmesi gerektiği gözetilmeden, kimliği tespit edilmeden sahte İkamet Tezkeresinde yazılı olan isme göre mahkumiyet kararı verilmesi” Yargıtay Kararı – 11. CD., E. 2013/4470 K. 2014/19433 T. 18.11.2014

“Genel Müdürlük tarafından 24/2/2016 tarihinde, İnterpol’ün difüzyon kararı nedeniyle 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 9. maddesi gereğince G-87 tahdit kodu girildiği ve Türkiye’ye giriş yasağının mevcut olduğu, nakil işleminin yapılamayacağı başvurucuya bildirilmiştir”  Anayasa Mahkemesi Kararı – 2. B., B. 2017/38596 T. 19.10.2021

Öte yandan Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan Cezai Konularda Adli İşbirliği Rehberi eserinde Interpol sürecinin nasıl işletileceği yer almaktadır. Bu konuda söz konusu rehberden yararlanarak yazdığım, önemli gördüğüm bazı hususlar ise şöyledir:

-INTERPOL’e üye ülkelerle ilgili adli makamların yapacağı başvuru ve taleplerde “adli yardımlaşma süreci” işletilmemektedir. İçişleri Bakanlığı’na yazılacak ve kimlik bilgileri ile sebebi yazılı bir talepname ile süreç işleme alınmaktadır. (Müzekkerelerde Adalet Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne yazılması durumunda zaman kaybı söz konusu olacaktır.) Öte yandan Rehber’de yer alan ve aralarında Almanya ve Rusya’nın da bulunduğu bazı ülkeler bu süreç için adli yardımlaşma sürecinin işletilmesini talep etmektedir.

-Kırmızı bülten talebi soruşturma aşamasında (CMK 100 veya 248/5 uyarınca) Cumhuriyet Başsavcılıklarınca kovuşturma aşamasında mahkemelerce ve kesinleşen mahkumiyetler içinse yine Cumhuriyet Başsavcılıklarınca, kırmızı bülten formu doldurularak talep edilir.

-Kırmızı bülten talebine ilişkin formda açık kimlik bilgileri, olayların detayları ve tarihleri, mahkeme kararları varsa parmak izi yer mutlaka yer almalıdır.

   AV. HALDUN BARIŞ

[email protected]

Yararlanılan Kaynaklar

Cezai Konularda Adli İşbirliği Rehberi, Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, Kasım, 2014, (https://diabgm.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/2492019164244CEZA%C3%8E%20KONULARDA%20ADL%C3%8E%20%C4%B0%C5%9EB%C4%B0RL%C4%B0%C4%9E%C4%B0%20REHBER%C4%B0.pdf)

Çam, Ali Rıza. Adli Kolluk ve Bilişim. On İki Levha Yayıncılık, 2015

EGM 2017 Faaliyet Raporu, http://www.sp.gov.tr/upload/xSPRapor/files/Tm2LI+egm_17_fp.pdf

Sezer, Mehmet Siraç, İnterpol Mekanizmalarının Başta Suriye Olmak Üzere Bazı Arap Devletleri Tarafından Muhaliflerine Karşı Bir Araç Olarak Kullanılmasının Hukukiliği Sorunu, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XIX, Y. 2015, Sa. 4

Uluslararası Kriminal Polis Teşkilatı ,https://polisdergisi.pa.edu.tr/uluslararasi-kriminal-polis-teskilati-interpol-1324-haber

Kaya, Sezgin, INTERPOL, EUROPOL Ve Uluslararası Terörizm, Güvenlik Stratejisi Dergisi,  1;2 https://gsd.msu.edu.tr/Content/sayilar/dokuman/GSD_2/GSD_2_122005.pdf,

https://www.interpol.int/

KARAR İNCELEMESİ VE VAKA ANALİZİ: İKİ TARAFA BORÇ YÜKLEYEN SÜRE ÖNGÖRÜLMEYEN BİR SÖZLEŞMEDE TARAFLARIN UZUN SÜRE SESSİZLİĞİ VE SÖZLEŞMEDEN DÖNME

KARAR İNCELEMESİ VE VAKA ANALİZİ: İKİ TARAFA BORÇ YÜKLEYEN SÜRE ÖNGÖRÜLMEYEN BİR SÖZLEŞMEDE TARAFLARIN UZUN SÜRE SESSİZLİĞİ VE SÖZLEŞMEDEN DÖNME

            İki tarafa borç yükleyen sözleşmeler (sinallagmatik) karşılıklı edim borcu yükleyen sözleşmelerdir. Sıklıkla karşımıza çıkan bu sözleşmelerin bir kısmında taraflar edimlerin ifası için süre öngörmemektedir.

            Karşılaştığımız bir olayda, uzun süre taraflarca sessiz kalınan bir sözleşmede, müvekkil edimin ifası için hazırlıkları 10 yılın sonunda tamamlayabilmiş ve karşılıklı ifa için ihtar keşide etmiştir. Ancak muhatap (karşı taraf), ifanın yararsızlığından söz ederek sözleşmeyi haklı nedenle feshettiğini içerir bir ihtar keşide etmiş ardından kaporanın iadesi ve cezai şart talepli icra takibi ve sonrasında ise itiraza binaen itirazın iptali davasını açmıştır.

Dava ticaret mahkemesinde açılmasına rağmen, ticaret mahkemesi “hisse devir vaadi” sözleşmesi olarak nitelendirdiği sözleşmenin mutlak veya nispi ticari dava olmadığından bahisle görevsizlik kararı vermiş ve istinaf incelenmesinde de karar kaldırılmamıştır. Dava bu nedenle asliye hukuk mahkemesinde görülmüştür.

Karşı tarafın müvekkil aleyhine açtığı davada, kapora iadesine karar verilmiş ancak sözleşmeden dönüldüğünden bahisle artık müspet zararın istenemeyeceği belirtilerek cezai şart istemi reddedilmiştir. Bu dava istinaf aşamasındadır. Öte yandan tarafımızca ayrı bir dava ikame edilerek uğranılan zarar talep edilmiştir.

Somut olayda, taraflar 10 yıl boyunca sessiz kalmışlar, ihtar vs. herhangi bir bildirimde bulunulmamıştır. Ancak enerji hukukunda lisans alma süreleri dikkate alındığında ve söz konusu süreçte değişen mevzuat göz önünde bulundurulduğunda, bilirkişi marifetiyle geçen sürenin makul olup olmadığının tartışılması gerekmektedir. Diğer yandan somut olayda, müvekkil taraf 2019’da ifaya hazır olduğunu bildiren ihtar keşide edene kadar karşı taraf kaporayı dahi geri talep etmeyerek sözleşmenin ayakta olduğunu aslında kabul etmiştir. Öte yandan mahkemece verilen kararda ise uzun süre sessiz kalınan bu sözleşmede tarafların sözleşmeyi ayakta tutmadıkları ve sözleşmeden dönüldüğü belirtilmiştir. Ancak kararda sözleşmeden hangi tarihte dönüldüğü, kimin temerrüdünün söz konusu olduğu vs. tartışılmamıştır.

            Bir hukukçunun vaka analizinde mantık kurallarını gözeterek, algoritmik bir şekilde ilerlemesi ve sorunları iyi belirleyip tartışılacak noktaları doğru şekilde ortaya koyması gerektiğini düşünmekteyim. Benim perspektifimden somut olayda tartışılması gereken önemli noktalar şu şekildedir:

-A (müvekkil) temerrüde düşmüş müdür?

-A temerrüde düşmediyse B (karşı taraf)’nin ifayı kabul etmeme ve direnme hakkı var mıdır? B’nin ifada direnmesi ve kendi edimlerini yerine getirmemesi A’ya haklı fesih hakkı verir mi?

-B’nin ifayı kabul etmemesi ve haklı nedenle feshi hukuka uygun mudur?

-Sözleşmenin geç ifası veya uzunca sessiz kalınması sözleşmeyi sona erdirir mi?

Bu soruların ardından uygulanacak hukukun belirlenmesi önem taşımaktadır. Somut olayda uygulanacak kanun maddeleri MK 2; TBK 90, 97, 106, 117, 125. maddelerdir.

Öte yandan doktrinde ve içtihatlarda incelenmesi gereken ve tartışılması gereken temel hususlar ise şunlardır:

-Borçlunun temerrüdünün şartları nelerdir? Alacaklının temerrüdünün şartları nelerdir? İfaya direnmenin şartları ve sonuçları nelerdir? Süre öngörülmemiş işlerde uzun süre ifa olmamasının sonuçları nelerdir? Süre öngörülmemiş sözleşmelerde bildirimsizliğin sonuçları nelerdir?

Bu temel tespitlerin ardından asliye hukuk mahkemesinin söz konusu kararının ilgili bölümüne bakmak yerinde olacaktır:

“Tüm dosya kapsamı ve toplanan delillere göre davacı ile davalı arasında … ili …. İlçesi …. mahallesinde yapılması planlanan … regülatörü ve HES’in satış ve devir işlemlerinin yapılması hususunda 15/10/2010 tarihli “Satış ve Devir Vaadi Sözleşmesi” imzalandığı, sözleşme gereği satıcı ve davalı şirketin alıcı davacıya kurulu gücü yaklaşık 12,95 mw olan regülatörü ve HES’in alıcıya satışını ve devir işlemlerini gerçekleştirmeyi taahhüt ettiği, sözleşmenin 3. maddesi uyarınca davacı tarafından davalıya 100.000 USD’lik kaparo ödemesi yapıldığı, davalı tarafından sözleşme imzalandıktan yaklaşık 10 yıl sonra ihtarname keşide edilerek satış ve devir işlemlerinin tamamlandığı, kalan devir bedelinin ödenmediğinin iddia edildiği, davacı tarafça …. 3.9.2019 tarihli ihtarname gönderilerek 15.10.2010 tarihli sözleşmenin haklı nedenle feshedildiğinin bildirildiği, ödenen kaparo ile cezai şart alacağının tahsili için ……. sayılı dosya ile icra takibine geçildiği, davalı tarafça takibe itiraz sonucu takibin durduğu sabittir.

Her ne kadar taraflar arasındaki sözleşmede bir süre öngörülmemiş ise de, sözleşmenin imzalanmasının üzerinden geçen süre, tarafların bu sürede hiçbir girişimde bulunmaması, şifaya yönelik bir gelişme olmaması, tarafların da bir ifa beklentisi olmaması karşısında her iki tarafın sözleşmeden döndükleri anlaşılmaktadır.

Sözleşmeden dönme halinde taraflar karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulur ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri isteyebilirler…. Bu durumda davacının ödediği kaparo bedelini geri talep edebilecektir.” T.C. Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi T:29.11.2022

Asliye hukuk mahkemesince verilen karar, tarafımıza göre pek çok açıdan hatalıdır. Öncelikle bu kararda yukarıda söz ettiğimiz tartışmalar yapılmamış dolayısıyla somut olay çözümlenmemiştir. Yukarıda da değindiğimiz üzere, somut olayda en önemli husus; karşı tarafın “haklı feshinin” hukuki ve geçerli olup olmadığıdır:

Karşı taraf, müvekkilin ifa için hazırlıklarını tamamladığını belirtip karşılıklı ifa için süre verdiği ihtara cevabında “uzun süre sessiz kalındığını, ifanın artık yararsız olduğunu” belirterek sözleşmeyi haklı nedenle feshetmiştir. Yerel mahkeme ise haklı fesih tartışmasına girmemiş, “uzun süre sessiz kalmanın” sözleşmeden dönme iradesi olduğu yönünde bir yorumda bulunmuştur. Oysa doktrinde ve yüksek yargı kararlarında bu tip sözleşmelerde süre öngörülmemişse ve uzun süre ifa veya ifa hazırlıkları tamamlanmamışsa ancak bu sürede alacaklı veya diğer taraf sessiz kalmışsa bu durum tarafların bu durumu kabullendiğini gösterir ve zarar doğurmadığına karine teşkil eder. Nitekim Nazikoğlu’nun konuya ilişkin yorumu şu şekildedir:

“Borçlunun edimini ifa etmemesine alacaklının sessiz kalması durumunda borçlunun temerrüdünden söz edilemez; çünkü alacaklının sessiz kalması edimin ifa edilmemesinden ötürü bir zarara uğramadığına, edimin hemen ifa edilmesinde bir çıkarının bulunmadığına ve en önemlisi borçluya zaman tanıdığına karine teşkil etmektedir.” Nazikoğlu,“Karşılıklı Taahhütleri Havi Akitlerde Borçlunun Temerrüdü”, AÜHFD, S. 1, C.8, Yıl:1951, s. 662

Konuya ilişkin büyük üstat Andreas Von Tuhr -yeri gelmişken benim gibi mesleğinin henüz başlarında olan bütün hukukçulara adeta şiir gibi yazılmış Andreas Von Tuhr’un yazdığı ve üstat Av. Cevat Edege’nin dilimize kazandırdığı Borçlar Hukuku kitabını mutlaka öneriyorum. Dili eski ve hatta kanunlar yenilenmiş olsa da kitabın mantığı ve konuları ele alış biçimi övülmeye değerdir ve hukuki nosyon ve istirdat açısından oldukça verimlidir.ise şu ifadeleri kullanmaktadır:

“alacaklı borçlunun aciz halinde bulunup bulunmadığını veya edayı başka bir sebeple yerine getirmediğini tahkik etmeksizin 107/106 maddeye tevfikan munzam bir mühletin hitamından sonra borçluyu temerrüt haline koyabilir ve akdi mş. feshedebilir.” (Andreas von Tuhr, Borçlar Hukuku, Yargıtay Yayınları, 1983, s.531)

Her iki görüşten de anlaşıldığı üzere somut olayda müvekkil ifa hazırlıklarını sürdürürken karşı tarafın hiçbir ihtar veya bildirimde bulunmamış olması, müvekkilin temerrüde düşmesini engellemiştir.

Tarafımızın konuya ilişkin değerlendirmesi ise şu şekildedir: Her ne kadar 10 yıl gibi bir süre, taraflar sessiz kalmışsa da bu durum ifaya hazırlık yapılmadığının göstergesi olamaz. Kaldı ki gerçekten de bir hazırlık söz konusu olmasa dahi her iki tarafın da iradesinin sözleşmeyi sürdürmemek olduğu yönünde bir delil, ibare vs. varsa değerlendirme buna göre yapılmalı aksi halde uzun süre sessizliğin sözleşmeden dönüldüğüne işaret etmeyeceğini ve bu durumun MK 2’ye aykırılık da teşkil etmeyeceğini düşünmekteyiz. Yine de her somut olayda değerlendirme şartlara göre yapılmalıdır. Ayrıca alacaklının geç ifada, borçlunun kötüniyetini ispat etmesi durumunda ise alacaklının ifaya direnmesinin alacaklıyı temerrüde düşürmeyeceği kanaatindeyiz.

Bu durumda müvekkilin ifa teklifini haksız şekilde kabul etmeyen ve ifaya direnen alacaklı, temerrüde düşmüştür. Her ne kadar karşı taraf ifanın artık yararsız olduğundan söz etmişse de yukarıda andığımız Tuhr’un eserinde geçenhal icaplarının değişmesi alacaklının temerrüdüne mani teşkil etmez.”( a.g.e. s.537) ifadeleri konuya açıklık getirmektedir. Bu durumda, incelenmesi gereken husus alacaklının temerrüdü hususudur. Konuya ilişkin doktrin ve yargı görüşleri ise şu şekildedir:

“Edimi kabulün sadece hak değil, borç da teşkil edebildiği bu tür durumlarda alacaklı ifayı kabulden kaçınırsa alacaklı temerrüdüne düşmüş olmakla birlikte, aynı zamanda borcuna aykırı davranan kimse durumunda olacaktır.” Kemal Oğuzman/Turgut Öz, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt-I,  İstanbul 2014, s 367

Öte yandan Yargıtayın içtihatları da bu şekildedir. Yargıtay, bir kararında daha sözleşme kurulmamışken bile zarar talebinde bulunulacağını açıkça belirtmiştir:

“O halde, davacı ihaleden dönülmesi ve yazılı sözleşme yapılmaması sebebiyle davalıdan olumlu zarar kapsamında gelir ya da kar kaybı isteyemez. Ancak, davalının kusurlu tutum ve davranışları yahut işlemleri sonucu yanlar arasında sözleşme kurulamamışsa, kurulmasına güvenilen sözleşmenin kurulamaması yüzünden uğradığı menfi zararı davacının davalıdan isteyebilmesi gerekir. Çünkü, yüklenici davacının, davalı iş sahibine karşı gösterdiği güven, olumsuz zararın kaynağını teşkil etmektedir. Bu itibarla, sözleşmenin yapılmasına hazırlık aşaması sayılan ihale sebebiyle ve sözleşmenin kurulmasına yönelik yapılan davacı masrafları sorumluluk koşulları oluşmuş ise menfi zarar kapsamında istenebilir ( Y. 15. H.D. 25.05.1981 1., E: 1981 ( 825 ve K: 1981/1234 ). Sonuçta; “çoğun için de az da vardır” kuralı da gözetilerek, davacı yanca gerçekleşmiş olduğu yasal delillerle kanıtlanması ve davalının tazmin sorumluluğu koşullarının gerçekleşmesi durumunda; istemle bağlı kalınarak davacının olumsuz zararlarının tazmini yerine; kar ya da gelir kaybı olarak olumlu zarar kapsamında istenen maddi tazminat ödetilmesi istemi hakkındaki davasının mahkemece kabulüne karar verilmesi doğru olmamış ve hükmün bozulması gerekmiştir.” Yargıtay 15. HD E. 2005/2513 K. 2006/587 T. 8.2.2006

Sonuç olarak, süresi belirlenmemiş sözleşmelerde uzun süre sessiz kalınmasının sonuçlarını, alacaklının ifaya direnmesini ve alacaklının temerrüdü hususlarına değindiğimiz bu yazının çıkış noktası olan somut olayda ise alacaklının temerrüdünden dolayı feshin haksız olduğu değerlendirmesi ile müvekkilin uğradığı zararın tazmini istemli dava ofisimizce ikame edilmiş olup dava henüz öninceleme safhasındadır.

                                                                                                                      Av. Haldun BARIŞ

KAYNAKLAR:

Andreas von Tuhr, Borçlar Hukuku, Yargıtay Yayınları, 1983

Gizem Kılıç Öztürk, Türk Borçlar Hukukunda Borçlunun Temerrüdü, Uludağ Üniversitesi, YL Tezi, (https://acikerisim.uludag.edu.tr/bitstream/11452/10413/1/427355.pdf)

Kemal Oğuzman/Turgut Öz, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt-I, Gözden Geçirilmiş 12. Bası, İstanbul 2014

Işık Nazikoğlu,“Karşılıklı Taahhütleri Havi Akitlerde Borçlunun Temerrüdü”, AÜHFD, S. 1, C.8, Yıl:1951

Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi T:29.11.2022

Yargıtay 15. HD E. 2005/2513 K. 2006/587 T. 8.2.2006

https://www.lexpera.com.tr/ictihat/yargitay/hukuk-genel-kurulu-e-2010-14-244-k-2010-260-t-12-05-2010

Alacaklarının Süresi İçerisinde Yurda Getirmeyenler

Günümüz ekonomisinde milli para birimini korumanın şartlarından biri ülke içerisinde üretilen artı değerin ihraç edilmesine bağlı olarak oluşturulan sermayenin yurtdışına çıkışını engellemektir. Birçok dünya ülkesi bununla alakalı kanunlar ve başka düzenleyici yasal işlemler yapmaktadır. Nitekim ülkemizde de milli para birimini korumak amacıyla 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun çıkarılmış ve bu kanunla ihracat bedellerini yurda getirme zorunluluğu getirmiştir.

1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’da, ihracat bedellerinin yurda getirilmesi yükümlülüğü ile alakalı iki tane kabahat düzenlenmiştir. Söz konusu kabahatlerden birincisi 3. maddenin 1. fıkrasında şöyle düzenlenmiştir;

“Cumhurbaşkanının bu Kanun hükümlerine göre yapmış bulunduğu genel ve düzenleyici işlemlerdeki yükümlülüklere aykırı hareket eden kişi … ‘”

Görüldüğü üzere kanun Cumhurbaşkanının konu hakkında yaptığı genel ve düzenleyici işlemlerdeki yükümlülüklere uymamayı kabahat olarak değerlendirmiştir. Bu kabahati işleyen kişiler için ise bu fıkranın devamında şöyle bir yaptırım öngörmüştür;

“… üç bin Türk Lirasından yirmi beş bin Türk Lirasına kadar idarî para cezası ile cezalandırılır.”

Görüldüğü üzere kanun koyucu bu kabahatin işlenmesi durumunda sabit bir idari para cezası ile kabahatlinin cezalandırılmasını öngörmüştür. Fakat unutmamak gerekir ki bu tutarlar her sene yeniden değerleme oranlarına göre artırılmaktadır.

Kanun koyucu, bu kanunun 3. maddesinin 3. Fıkrasında bir kabahat daha düzenlemiştir;

“Her türlü mal, kıymet, hizmet ve sermaye ithal ve ihraç edenler veya bu işlere aracılık edenlerden bu işlemlerinden doğan alacaklarının 1. maddeye göre alınan kararlardaki hükümlere göre ve bu kararlarda tayin edilen süreler içinde yurda getirmeyenler…’”

Bu fıkrada kanun koyucu ithalat ve ihracatla uğraşan kişiler için Cumhurbaşkanı’nın bu konuda vereceği kararlara uyma yükümlülüğü getirmiştir.  Bu kararlara uymamanın cezasını ise bu fıkranın devamında düzenlenmiştir;

“… yurda getirmekle yükümlü oldukları kıymetlerin rayiç bedelinin yüzde beşi kadar idari para cezasıyla cezalandırılırlar. İdari para cezasına ilişkin karar kesinleşinceye kadar alacaklarının yurda getirenlere, birinci fıkra hükmüne göre idari para cezası verilir. Ancak, verilecek idari para cezası yurda getirilmesi gereken paranın yüzde iki buçuğundan fazla olamaz”

Bu kısımda ise kanun koyucu nispi bir ceza belirlemiştir, cezanın miktarı yurda getirilmesi gereken para miktarının yüzde beşidir. Devamında ise kanun koyucu yurda getirilmesi gereken ihracat bedelinin yurda getirilmesini teşvik etmek için idari para cezasının kesinleşmesine kadar miktarın Türkiye’ye getirilmesi durumunda, birinci fıkrada bahsedilen 3.000 TL-25.000 TL arası para cezasının kabahatliden alınacağını ve bu ceza miktarının da getirilmesi gereken miktarın yüzde iki buçuğundan fazla olamayacağını öngörmüştür. Ayrıca belirtmek gerekir ki, kabahatliye kesilecek cezalar getirilecek kıymetlerin rayiç bedeli yani güncel piyasa değeri üzerinden hesaplanır. Ayrıca eğer yapılan ihracatın bedeli döviz üzerinden alınmışsa, işlemin yapılacağı tarihteki Merkez Bankası’nın döviz satış kuru esas alınır.

21.10.2021 tarihli İhracat Genelgesinin 4. maddesinde ihracat bedelinin fiili ihraç tarihinden başlayarak 180 gün içerisinde yurda getirilmesi öngörülmüştür. Bu noktada akıllara gelen soru şayet ihracat bedeli uygun tarihlerde yurda getirilmez ise bunun nasıl tespit edileceğidir. Bu konu Merkez Bankasının İhracat Genelgesinin 26. maddesinde düzenlenmiştir, aracı bankalara bilgisi dahilinde olan beyannamelerle alakalı ihracat bedellerinin yurda getirilmesini ve kabulünü izlemek, indirim ve mahsup işlemlerini gerçekleştirme yükümlülüğü yüklenmiştir.

İhracat hesabının uygun süre içerisinde kapatılmaması üzerine aracı banka Vergi Dairesi başkanlığı veya Vergi Dairesi Müdürlüğüne ihbarda bulunur. Vergi Dairesi Başkanlıkları veya Vergi Dairesi Müdürlükleri ihbardan itibaren 10 iş günü içerisinde 90 gün süreli ihtarname gönderir. Söz konusu ihtarnamede bu ihtar süresi içerisinde ihracat hesabının kapatılması veya mücbir sebep, haklı durumun belgelendirilmesi istenir. İhtarnamenin süresi içerisinde ek süre alınmazsa veya ihracat hesabı kapatılmazsa, ilgili vergi dairesi savcılığa ihbar yapar.

1567 sayılı kanunun 3. maddesi son fıkrasında düzenlendiği üzere bu hususta idari para cezasına karar vermeye Cumhuriyet Savcısı yetkilidir. Cumhuriyet Savcısı gerektiğinde fiili durumu da gözeterek uygun bir ceza miktarına karar verir. Bu suçların tekerrürü halinde ise verilecek cezalar iki kat olarak hükmedilir. Ayrıca suç tarihi ile tahsil tarihi arasındaki süreler için kanunun belirlediği oranda gecikme faizi uygulanacaktır.

Bu idari para cezasına karşı yapılacak itirazın başvuru yolu ise 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddeye göre idari para cezasına ilişkin idari yaptırım kararına karşı kararın tebliği tarihinden itibaren en geç on beş gün içerisinde sulh ceza mahkemesine başvurulması gerekmektedir. Bu süre içerisinde itiraz edilmez ise idari yaptırım kararı kesinleşecektir.

İhracat bedellerinin yurda getirilmesi akreditifli ödeme, vesaik mukabili ödeme gibi kanunda sayılan ödeme şekilleriyle yurda getirilebilir. Fakat ihracat bedelinin yolcu tarafından efektif olarak yurda getirilmesi halinde gümrük idarelerine beyan edilmesi zorunludur. Yolcu beraberinde efektif olarak getirilen bedelin tespiti gümrük idarelerince onaylı nakit beyan formu (NBF) ile yapılır.

İhracat hesapları ise aracı bankalar tarafından kapatılır. İhracat hesabı kapatılırken banka bir ihracat kabul belgesi (İBKB) düzenler.

*Deniz Mete ÖZCAN

SEYHAN HUKUK BÜROSU TAYVAN BÜYÜKELÇİLİĞİ’Nİ ZİYARET ETTİ

Seyhan Hukuk Bürosu, Av. Mustafa KORKMAZ, Av. Osman ALTUNTAŞ, Av. Ecem ÖZYURT ve Av. Haldun BARIŞ’tan oluşan bir heyet ile Tayvan Büyükelçiliği’ne ziyarette bulundu. Tayvan Büyükelçiliği ise Büyükelçilik Genel Sekreteri Sibel CHEN, Ekonomi Sekreteri Annie C.C. YU ve Tayvanlı öğrencilerin bulunduğu bir heyet ile ofisimizi karşıladı.

Yapılan görüşmelerde Tayvanlıların Türkiye’de yaşadığı hukuki sorunlara dair görüş alışverişinde bulunuldu. Seyhan Hukuk Bürosu’nun Tayvanlı iş adamlarına ve Tayvanlı vatandaşlara yönelik hukuki destek vermesi kararlaştırıldı. Tayvan Büyükelçiliği, internet adresinde Seyhan Hukuk Bürosu’nu vatandaşlarına önerdi. Böylece Seyhan Hukuk, Rusya, İran, İngiltere’nin ardından Asya bölgesindeki ülkelerin vatandaşlarına da hizmet verecek.

SEYHAN HUKUK BÜROSU İRANLI AKADEMİSYEN-AVUKAT BAHARAK SHAHED İLE İŞBİRLİĞİ TOPLANTISI YAPTI

Seyhan Hukuk Bürosu avukatları ile İranlı akademisyen ve Tebriz Barosu avukatlarından Baharak Shahed arasında işbirliği geliştirilmesi amacıyla online bir toplantı düzenlendi.

Toplantıya Seyhan Hukuk Bürosu Kurucu Ortağı Av. Bülent SEYHAN, Seyhan Hukuk Bürosu Ortağı Av. Mustafa KORKMAZ ve Stj. Av. Haldun BARIŞ ile Ph.D. Av. Baharak SHAHED katıldı.

Toplantıda Seyhan Hukuk Bürosu Kurucu Ortağı Av. Bülent SEYHAN, Türkiye-İran arasındaki ilişkileri önemsediklerini ve yaşanan hukuki problemlerin çözümü noktasında aktif rol almayı istediklerini kaydetti. Halihazırda Seyhan Hukuk’un İranlı yatırımcıların Türkiye’deki hukuk güvenliği noktasında, önleyici hukuk anlayışıyla oldukça başarılı hamleler yaptığını vurgulayan Av. Bülent SEYHAN; yaşanan çeşitli problemlerin de yargı aracılığıyla çözüldüğünü belirtti ve bu noktada da etkin rol oynadıklarını vurguladı. Özellikle İranlı müvekkillere daha iyi hizmet verebilmek noktasında İran’da işbirliği yapacakları güvenilir ve iyi hukukçulara ihtiyaçları olduğunu belirtti.

Toplantıda Seyhan Hukuk Bürosu Ortaklarından Av. Mustafa KORKMAZ ise İran-Türkiye ticaretinin her geçen gün geliştiğini ve durumdan memnun olduklarını dile getirdi. Bu ticari ilişkiler sırasında sözleşmelerin tanziminden tutun da gümrük kapılarındaki işlemlere kadar pek çok sürecin yakından takipçileri olduğunu ve hızlı bir biçimde çözüme ulaştırdıklarını vurguladı. Şu aşamada İran’da işbirliği yapabilecekleri güvenilir bir hukukçunun işlerin daha hızlı çözüme ulaşmasına ciddi katkı sağlayacağının altını çizdi.

Toplantıda Urmiye Üniversitesi akademisyenlerinden ve Tebriz Barosu Avukatlarından Baharak SHAHED ise yaptığı çalışmalardan bahsetti. Türkiye ve İran’da çalışmaktan mutluluk duyduğunu söyleyen SHAHED, yapılacak işbirliğinin hem Türk hem İranlı vatandaşlara ciddi katkılar sağlayacağını belirtti. SHAHED özellikle İran’dan Türkiye’ye yatırım yapan kişilerin Türkiye’de iyi ve güvenilir hukukçulara ihtiyaç duyduğunu belirterek bu noktada yapılacak bir işbirliğinin önemini vurguladı.

Seyhan Hukuk Bürosu ile Baharak Shahed arasındaki işbirliğinin iki ülke vatandaşlarına hayırlı olmasını temenni ediyoruz.

Seyhan Hukuk Bürosu

Seyhan Hukuk Sponsorluğunda ELSA Ankara prof. dr. Ejder Yılmaz II. Kurgusal Duruşma Yarışması

Geçtiğimiz aylarda ELSA Ankara öğrenci ve genç avukatlar topluluğu ile beraber başlayan ortak etkinlikler ve işbirliği devam ediyor. Bu kapsamda hukuk öğrencilerine lisans eğitimleri içerisinde edindikleri teorik bilgileri pratik hayatta kullanabilmesi amacıyla Kurgusal Duruşma Yarışması düzenlenecektir. Söz konusu ödüllü yarışma katılımcılara yazılı aşaması ile dilekçe yazma becerisini aşılamayı, sözlü kısmıyla ise argümantasyon ve savunma yapamayı öğretmeyi amaçlamaktadır. Yarışma değerli Prof. Dr. Ejder Yılmaz‘ın da katılımıyla gerçekleşecektir. Seyhan Hukuk Bürosu genç hukukçulara desteklerini sağlıyor ve 7-8 Nisan 2018 tarihlerinde gerçekleşecek olan sözlü aşamada başarılar diliyor.

ELSA ile ilgili bir paylaşım daha.

UKRAYNA İLE KOMBİN TAŞIMACILIK ANLAŞMASI ONAYLANDI

UKRAYNA İLE KOMBİN TAŞIMACILIK ANLAŞMASI ONAYLANDI

“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna Bakanlar Kurulu Arasında Uluslararası Kombin Yük Taşımacılığı Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” 11.11.2017 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Uluslararası hukuka göre iki veya daha fazla devlet arasındaki bir anlaşmanın taraflar için bağlayıcı olması için bu anlaşmanın meclis tarafından onaylanması ve bu anlaşmanın o devlet için artık geçerli olduğuna dair kanun çıkarması gereklidir. Buna göre yukarıda adı belirtilen anlaşma artık Türkiye için bağlayıcı olmuştur ve Türkiye’nin işbu anlaşmaya aykırı hareketlerde bulunması uluslararası alanda yaptırımlarla karşılaşacağı anlamına gelmektedir.

Söz konusu anlaşma Ukrayna ile Türkiye arasındaki ithalat, ihracat ve transit ticareti düzenler niteliktedir. Anlaşma 8 Bölüm ve 22 maddeden oluşmakta, Türkiye ile Ukrayna arasındaki demir yolları, feribot tesislerinin ve gemilerin kullanım prensiplerini, yük göndericilerinin ve alıcılarının, gemi sahiplerinin sorumluluklarını ve ortak ilişkilerini düzenliyor. Anlaşmadan Türk ve Ukraynalı gemi sahipleri de yararlanacaktır.

Kombin taşımacılık Ukrayna.

GAZPROM “TÜRK AKIMI”NIN İLK HATTININ İNŞAASINI TAMAMLADI

GAZPROM “TÜRK AKIMI”NIN İLK HATTININ İNŞAATINI TAMAMLADI

2014 yılında Rusya Devlet Başkanı ve Türkiye Cumhurbaşkanı iki ülke arasındaki ekonomik birliği sağlayacak doğal gaz projesini dile getirdi ve icrasına 2015 Mayıs ayında başlandı. İsmi Türk Akımı Açık Deniz Doğalgaz Boru Hattı olan proje iki aşamadan oluşacaktır – ilki Rusya’dan Türkiye’ye döşenecek olan hat ve ikincisi Türkiye’den Avrupalı müşterilere ulaşacak olan hat.

Peki, Gazprom ‘un bu projesinin önemi nedir?

Sovyetler Birliğinden 1991 yılında ayrılan Ukrayna Avrupa ve Asya arasında kilit bir noktada yer alan gelişmekte olan ve yeni doğmuş bir ülke haline geldi. Bağımsızlığıyla beraber yeni bir politik rejime geçti ve diğer eski Sovyet Bloğu ülkeleri gibi Rusya ile sıkı ilişkiler içerisindeydi.  Bu doğrultuda Rusya’nın doğal gaz ihracatı Ukrayna üzerinden gerçekleşecek şekilde Avrupa’ya ulaşmaktaydı. Doğal gaz fiyatı üzerinde anlaşamayınca 2009 yılında Ukrayna ve Rusya arasında doğal gaz krizi yaşandı ve Türkiye ile bu noktada işbirliği gündeme geldi.GAZPROM ''TÜRK AKIMI''

GAZPROM

Günümüzde projenin ilk adımı olan Rus topraklarındaki borular döşenmiş durumda. 4 Kasım 2017 tarihinde Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesine giriş yapıldı ve Gazprom Yönetim Kurulu başkanı Aleksey Miller “Türk Akımı sayesinde doğalgaz Türkiye aracılığıyla Avrupa’ya akacak. Bu da Türkiye’nin bölgesel enerji arenasındaki stratejik öneminin çok ciddi oranda artması anlamına gelecek. 2018 başlarında Türkiye’de inşaata başlayabilmeyi bekliyoruz. Hedefimiz 2019 sonunda doğalgaz akışının başlaması” açıklamasını yaptı.

Bu proje nasıl hayata geçecek? Karadeniz’in altından geçerek Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak olan bu proje Rusya’dan Türkiye’ye yılda 15.75 milyar metreküp doğalgaz taşıyacak.

19 milyar dolara mal olan bu projeye Avrupa’dan onay geldi.

Macaristan Dış İşleri bakanı Peter Szijjarto’nun yaptığı açıklamada Macaristan’ın Türk Akımı üzerinden 2019 yılının sonuna doğru gaz temin etmeye başlayacağını belirtti. Szijjarto “Bu proje Macaristan’ın enerji kaynakları ihtiyacının taahhüdünü oluşturacaktır. Bu nedenle bu işbirliğinin bir an önce hayata geçmesi bizim stratejik menfaatlerimizin arasında yer almaktadır.” şeklinde konuştu.

Rusya’nın ekonomisi son yıllarda aleyhinde güdülen mali politikalar nedeniyle etkilenmiş bulunmaktadır ve ruble kuru değer kaybetmiştir. Değişen ABD Başkanının yeni Sekretaryası parlamentodan Rusya hedefli mali yaptırımları ağırlaştıran yasa projesini geçirmeye istekli görünüyor. Öte yandan bu yaptırımların ekonomi dünyasına vereceği zararlardan ötürü endişelerini dile getiren Exxon ve Chevron gibi enerji şirketleri bu yasa tasarısını frenlemiştir. Bu gelişmelerle beraber Gazprom Türkiye’ye kadar uzanacak olan hat çalışmalarını hızlandırarak Beyaz Saray’daki kararsızlıktan istifade etmiştir.

Bütün bunlarla beraber belirtmek gerekir ki Türk Akımı Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılayacak tek proje değildir. Slovakya ve Avusturya üzerinden gaz temin edecek Kuzey-2 Akımı projesi de başlangıç aşamasındadır. Yine de bu ekonomik birliğinden Türkiye mali ve siyasi açıdan her şekilde karlı çıkacaktır.

2017’DEKİ DÖViZ KURU OYNAKLIĞINA SEBEP OLAN NEDİR?

Türkiye ekonomisi açısından 2017 yılının en kritik noktası döviz kuru oranlarının hızlı bir şekilde yükselişi ve düşüşü olmuştur. Siyasi  çalkantıların piyasada hareketliliği arttıran veya durduran etkisi aşikâr, fakat Int. Journal of Economics and Financial Issues için yazılan 2015 – 1016 yılı değerlendirmesinde anıldığı gibi Türkiye gibi gelişmekte olan bir ekonomide Türk Lirasının Yen, Euro ve Dolar karşısında yıllara uzanan bir düşüş yaşamasının genel sebepleri arasında ayrıca enflasyon oranları, gelir dağılımındaki ücret farkı, faiz oranları vb. sebepler etkili olmaktadır.

Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın yaptığı açıklamaya göre küresel belirsizliklerdeki artışın ve sermaye akımlarındaki dalgalanmaların Türkiye’de finansal piyasalar ve döviz kuru üzerinde oynaklığa neden olmuştur. Bununla beraber Türkiye’nin 2001 yılında yaşadığı krize bağlı olarak enflasyon oranlarının dünya çapında rekora ulaştığı ve hala en yüksek enflasyon oranına sahip ülkeler arasında yer aldığı da bir gerçek. Bu açıdan bakıldığında döviz kurlarının her sene peş peşe gelen artışı hem siyasi çalkantı ve hükümet değişiklikleri hem de enflasyon ile verilen mücadelenin sonucu olduğunu söylemek mümkün.döviz kuru

döviz

Bu konuda neden net bir açıklama yok?

Literatürdeki görüşler doğrultusunda enflasyon oranının döviz kurlarını etkiyen bir faktör olduğu veya enflasyon oranının döviz kuru tarafından etkilenen bir faktör olduğu konusunda bir görüş birliği bulunmamaktadır. Fakat bu alanda yapılan ampirik çalışmalar ve istatistiksel değerlendirmeler sonucunda bu iki değer arasında bir doğru oran bağıntısının bazı ekonomiler açısından bulunduğu ortaya koyuldu ve bu ilişkiye exchange rate pass-through dendi. Dövizin iç pazara giriş seviyesine bağlı olarak bazı durumlarda zayıf bir içe geçiş olması ile beraber bu ikisinin birbirinden etkilenerek ekonomi hayatında şekillendiği ortada.

Türkiye’nin durumu ise yumuşak bir içe geçişi aşan niteliktedir. Döviz kuru ekonomimizi yakından etkiyen bir faktör. Her gün kullandığımız alış veriş merkezlerinin içindeki dükkânların kira bedellerinin dolar cinsinden olması sunulan mal ve hizmet fiyatlarını doğrudan etkilemesi, Türkiye’de yabancı kaynaklı birçok işverenin bulunup maaş ödemelerinin dolar cinsinden yapılması, yabancı şirketlerin tasarrufunda birçok yerli sermayenin olması ve yurt dışından ithal edilen malların (özellikle günlük ihtiyaçları karşılayan ve yerine konulmayan tüketim malların) çokluğu, kamu ihale sözleşmelerinin yabancı şirketlere verilmesi gibi birçok iktisadi ilişki Türkiye’yi dış piyasaya yaklaştırmakla beraber ondan etkilenmesini de sağlamaktadır.

Merkez Bankası artan döviz kurlarını dengelemek amaçlı para basmak, temel faiz oranlarını değiştirmek şeklindeki iktisadi politika izlemektedir. Bu Murat Çetinkaya’nın yaptığı açıklamadan da anlaşılıyor: “Gelişmeleri yakından takip ederek elimizdeki bütün araçları uygun bir bileşimle ve doğru yerde kullanmaya gayret ediyoruz. Bu doğrultuda yakın dönemde döviz piyasasına dair seçici tedbirler almaya devam ettik. Kasım ayında yabancı para zorunlu karşılık oranlarında yaptığımız indirimle piyasaya döviz likitidesi sağladık. Ayrıca ihracat reeskont kredileri kapsamında yıl sonuna kadar yapılacak olan geri ödemelerin vade uzatımına veya Türk lirası cinsinden yapılabilmesine imkan tanıdık. Buna ek olarak enerji ithalatçısı KİT’lerin döviz talebini kısmen karşılamaya devam ediyoruz. Merkez Bankası olarak para politikası duruşumuz enflasyon görünümüne karşı sıkı döviz likitidesinde dengeleyici ve finansal istikrarı destekleyici niteliğini korumaktadır.”

Peki, Merkez Bankasının bu tutumu olumlu sonuçlar doğuracak mı?

TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği)’ın çıkardığı raporda da bu tutum eleştirilmiş ve son 8 yılda Türkiye’nin kısa vadeli politikalarla çözüm üretmeye çalışmış ve başarılı olamamasından bahsedilmiştir. Merkez Bankası’nın piyasayı dengeleme araçlarını kullanmasının uzun vadede işsizlik oranını arttıracağını daha 50 yıl önce Milton Friedman adında Amerikalı bir iktisatçı belirtmiş ve serbest piyasa teorisini ortaya atmıştır.

Uzun vadede piyasanın arz talep etkileşimiyle kendini dengeleyeceği ve devlet müdahalesinin ortaya çıkardığı işsizlik şeklindeki yan etkinin yaşanmayacağını belirtmiştir. Liberal iktisadi teorisini veya devletçi bir yaklaşımı benimsemek siyasi bir seçim olacağından her ülke kendi iç dengesine bağlı olarak bu finansal politikayı belirlemekte ve biz vatandaşların bize en uygun düşen yaklaşıma bağlı olarak oy gücümüzü kullanarak bu seçime katılmaktayız. Türkiye sözde döviz kurlarını yönetme konusunda serbest piyasa teorisini seçmiş ama özde döviz kurları sıçrayışlarında Merkez Bankası ani çıkışlar yaparak faiz kıskacını kullanmıştır. Sonuç olarak Türkiye’de günümüzün son 2017 yılının değerlendirmesine bağlı olarak işsizlik oranı rekor kırarak %11e ulaşmış durumda. Türk Lirası geçen yıla nazaran dola karşısında %18,9 değer kaybetmiştir. Enflasyon 2014 yılında ulaştığı dünya rekorunda 15nci sıralamadan sonra kısmen de olsa dizginlenmiş durumda. Fakat döviz kuru rekor kırmaya devam etmekte.