Anayasa Mahkemesi Wikipedia Kararının Hohfeld Usulü Analizi

Newcomb Hohfeld, 20.yy’da yaşayan ABD’li bir hukukçudur. Genç yaşta yaşama veda eden Hohfeld’in bu sebeple az sayıda çalışması vardır. Ancak geliştirdiği ve kendi adıyla anılan analiz yöntemi ile oldukça önemli bir çalışmaya imza atmıştır. Hohfeld Usulü Analiz, özellikle özel hukukta 20.yy’ın en önemli çalışmalarından birisidir ve üzerine çokça tartışmalar yapılmıştır. Hohfeld, bu analiz yöntemi ile hukuk uygulayıcılarının keyfî karar vermesinin önüne geçmek istemiş ve “hakların” yarışması noktasında bilinçli tercih yapılabilmesini hedeflemiştir. Özellikle özel hukukta, bu analiz pek çok karmaşık meseleyi oldukça iyi çözümleyebilmiştir.

Öte yandan bu analiz metodu, kamu hukukunda uygulanmamış ve bu noktada çalışmalar yoğunlaşmamıştır. Bunun sebebi Hohfeld’in analizinde kullandığı kavramların bireyler arasındaki ilişkilere yönelik olduğu savıdır. A. Thomas O’Rourke ise “Hukuk Biliminde Kuşkudan Kurtulmak: Anayasa Hukukunun Hohfeld Usulü Analizi” başlıklı makalesinde Hohfeld’in analizini anayasa hukukuna tatbik etmiştir. Makalede O’Rourke, bu uygulamanın anayasa mahkemelerinde verilen kararlar için de önemli olacağını ve bu analiz ile haklar arasında yapılacak tercihlerin bilinçli olacağını vurgulamıştır. Bu gerçekten önemlidir. Çünkü anayasa yargısında hakların yorumlanması ve ilkeler arasındaki tercihler daha belirgindir.  Bu analiz yönteminin uygulanması ile dava konuları ve temellendirmeler daha da rahat çözümlenebilir. Bu yazıda da Hohfeld Usulü Analiz, özetle anlatılacak ve ardından yazarı O’Rourke olan adı geçen makaleden faydalanılarak Anayasa Mahkemesinin “Wikipedia Kararı” analiz edilmeye çalışılacaktır.

İlk olarak Hohfeld Usulü Analizi anlayalım:

Hohfeld, kendi analiz yöntemini ortaya koymadan evvel hak kavramı üzerinde durmuş ve tanımı oldukça zor olan bu kavramın tanımından ziyade bu kavramın kararlardaki kullanımını kolaylaştırmayı hedeflemiştir. Hohfeld, 10 kavramı kullanarak bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. İlk olarak “borç-serbestlik, alacak-alacaksızlık” kavramlarını kullanmıştır. İkinci olarak ise “yetki-yetkisizlik, tabiiyet-bağışıklık” kavramlarını kullanmıştır. Bu kavramlar arasındaki ilişkiyi ise “bağlılaşıklık” ve “karşıtlık” ile açıklamıştır. Hohfeld’in ortaya koyduğu bu 8 kavram arasındaki ilişki ise şöyledir: Borç ve serbestlik kavramları birbirlerinin karşıtlarıdır. Borç ve alacak kavramları ise birbiriyle bağlılaşıktır. (Yani borç hukuki olarak bir başka sonuç daha doğurur; bu da alacaktır.) Yine serbestlik-alacaksızlık ile bağlaşıkken borç ile karşıt bir ilişki doğurur. Öte yandan yetki ile tabiiyet kavramları bağlılaşıktır. Yetki ile yetkisizlik arasında karşıt bir ilişki vardır. Tabiiyet ile bağışık olma arasında da karşıt bir ilişki vardır.

Bu kavramları daha da netleştirebilmek açısından, ×=karşıtlık; 《》= bağlılaşık sembollerini kullanalım ve bu 8 kavramı örnekleyelim:

Borç《》AlacakBorç × SerbestlikSerbestlik 《》 AlacaksızlıkAlacak × Alacaksızlık

Yetki《》 TabiiyetYetki × YetkisizlikYetkisizlik 《》 BağışıklıkTabiiyet × Bağışıklık

Hohfeld, bu 8 kavramın  “hukukun en küçük ortak paydası” olduğunu ifade etmiştir. Bütün bu kavramları netleştirebilmek ve uygulama noktasında daha net anlaşılabilmesini sağlayabilmek için şimdi de uygulamadaki halini örneklendirelim:

Örneğin A ile B arasında bir borç ilişkisi olsun. A B’ye bir ürün satmış olsun. Burada B ile A arasındaki hukuki ilişkiye baktığımızda, B borçlu, A alacaklıdır. Burada bu sözleşmeyi yapmaya A ve B yetkilidir. B bu sözleşme ile tabiiyet ilişkisi içerisindedir. Bu çözümleme yapıldığında örneğin B borçlu olmadığı iddiasında bulunup borcunu vermezse,  B’nin hukuki ilişkisinin serbestlikle veya alacaksızlık ile bağlılaşık olup olmadığına bakılır ve hızlıca sonuca ulaşılabilir. Eğer B serbestlik içerisinde olsaydı veya A alacaksızlık ile bağlılaşık olsaydı A,  B’nin ödeme yapmadığından dolayı şikâyetinde haklı olamayacaktı. (Çünkü aralarında serbestliğe ve alacaksızlığa dayalı bir hukuki ilişki varlığı olmuş olacaktı.) Veya taraflardan birisi, bu sözleşmenin yapılamaz olduğunu iddia ettiğinde, bu sözleşmede yetki-yetkisizlik veya tabiiyet-bağışıklık ilişkisinin bağlılaşıklık veya karşıtlık durumuna bakılarak karara daha güvenilir şekilde ulaşılabilirdi. Çünkü yetki (yetkinin varlığı tabiiyeti de doğurmaktadır) veya yetkisizlik durumu belirlendiği için kolaylıkla dava çözülebilirdi.

Burada Hohfeld Usulü Analizin başlangıçta biraz karmaşık gelebileceğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Ancak bir hukuki ilişkinin taraflar arasındaki mahiyetini çözümleme noktasında oldukça etkili olduğu da kuşkusuzdur.

Kısaca Hohfeld Usulü Analizi özetledikten sonra şimdi de Anayasa Mahkemesi Wikipedia Kararına uygulama aşamasına geçelim:

Hohfeld Usulü Analizi, Anayasa Mahkemesi Wikidepedia Kararına uygulama noktasında ise karşımıza özel hukuk ilişkisi olmayan ve hakların her zaman bireysel değil zaman zaman kollektif ilkelere göre belirlenmiş olması veya hakların kurallar ile çatışıyor olması bu analiz yöntemini kullanmayı zorlaştırmaktadır. Ayrıca anayasa yargısında ve anayasal hakların uygulanmasında içtihad ve yorumlamanın ölçüsü düşünüldüğünde bu durum daha da zorlaşacaktır. Ancak tam da bu sebeplerle, anayasal hakların keyfî yorumlanmasının ve kuralların geniş yorumlanmasının önüne geçilebilmesi için ve özgürlükçü-güvenlikçi yaklaşımlar arasında yapılan tercihlerin bilinçli olabilmesi için Hohfeld Usulü Analiz işe yarayabilir.  Bu sebeplerle O’Rourke, bu analiz yöntemini Hart’ın teorisiyle birlikte (yazar Hart’ın teorisine katılmak zorunda olmadığını makalesinde belirtmiştir) anayasa hukukuna uygulamıştır.

Şimdi de biz, bu analizi Anayasa Mahkemesi Wikipedia Kararına uygulamaya çalışacağız:

Anayasa Mahkemesinin Wikipedia kararında vurgulanan hususlar ifade özgürlüğü hakkı, kamu güvenliğiyle ve kamu düzeniyle ilgili kuralların yorumlanmasıdır. Bilindiği üzere Wikipedia’nın, Türkiye’nin “Suriye’de terör örgütlerine yardım ettiği” şeklindeki maddeleri, kamu güvenliğine tehdit addedilmiş ve sadece ilgili maddelerin erişime engellenmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle Wikipedia’nın tamamına erişim engeli getirilmiştir. Wikipedia ise savunmasında maddelerin subjektif olabildiğini, söz konusu maddeye kaynak gösterilen ulusal ve uluslararası haberlerin erişime açık olduğunu, maddelerin değişebildiğini iddia etmiştir. Ayrıca zaman içerisinde bu maddenin değiştirildiği de ifade edilmiştir. Yani kararın dayanağının kalmadığı vurgulanmıştır. Bütün bu hususlar eşliğinde Anayasa Mahkemesi Wikipedia adlı internet ansiklopedisinin erişime açılması gerektiği kararını vermiştir. Anayasa Mahkemesi, kararında ifade özgürlüğü vurgusunu yapmış ve “kamu güvenliğine tehdit” suçlaması yapılırken daha dikkatli davranmak gerektiği mesajını vermiştir. Hiç şüphesiz, yerel mahkemenin kararının geç de olsa düzeltilmiş olması oldukça önemlidir. Bu tip yasakların aslında ülkemizdeki özgürlüklere darbe vurmak ve ülkemizin imajını çizmek dışında hiçbir işe yaramadığı açıktır. Nitekim kapanan Wikipedia adlı siteye erişim, URL adresinin başına 0 (sıfır) koymak suretiyle alternatifinin (Wikizero) yaratılmasıyla, kısa sürede mümkün hale gelmiştir. Yani yasak, etkili olamamış sadece siteye erişimi az da olsa zorlaştırmıştır.

Bu bilgiler ışığında yazımızın konusuna dönelim ve Hohfeld Usulü Analizi bu karara uygulayalım:

Öncelikle ifade etmek gerekir ki yerel mahkemenin kararı sınırlayıcı bir karardır. Wikipedia adlı sitenin böyle bir yayın yapmaya yetkisizliğini vurgular. Anayasa Mahkemesi’nin kararı ise bir serbestlik kararıdır ve yetkilendiren bir karardır.  Öte yandan Wikipedia Türkiye’de yayın yaparak Türkiye’nin kamu güvenliğine uygun hareket etmek durumundadır. Bu bir kuraldır. Bunun denetlemesi Türkiye Cumhuriyeti devletinin “yetkisindedir”.  Wikipedia Türkiye’de yayın yaparak bu ilişki ile bağlılaşıktır. Yani Türkiye’nin denetim “yetkisi” vardır. Wikipedia’nın ise “tabiiyeti” söz konusudur.

Diğer bir husus ise Wikipedia’nın bir anayasal hak olan ifade özgürlüğünden dilediği gibi yararlanabilmesidir. Burada bir “anayasal hak” vardır. Bu noktada denetim organlarının bunu engelleme noktasında bir “yetkisizliği” söz konusudur ve Wikipedia’nın bu hususla ilgili bir “bağışıklığı” vardır. Hohfeld Usulü Analiz ile bu meseleye bakıldığında bu davada bir “kural” ile bir “anayasal hakkın” yarıştırılması söz konudur. Bu açıdan bakıldığında aslında karar vermek çok daha kolaydır, çünkü Prof. Matthew Adler’in şu ifadeleri oldukça önemlidir:

“Anayasal haklar, kurallar karşısında sahip olunan haklardır. Anayasal hak, hak sahibini belli bir kuraldan (yanlış öngörüyle ya da geçmişle kaleme alınmış bir kuraldan) korur, hak sahibinin davranışını ve o davranışı kapsayan kuralların hepsine karşı korumaz.” 

Bu nosyonla ve istidat ile davaya bakıldığında, ifade özgürlüğü gibi önemli bir anayasal hakkın, kamu güvenliğinin ve düzeninin sağlanması yönündeki kurallar karşısında koruyucu ve daraltıcı bir işlevinin olduğu açıktır. Bu şekilde bakıldığında Anayasa Mahkemesinin kararının ne kadar isabetli olduğu daha iyi anlaşılabilir. Görüldüğü üzere Hohfeld Usulü Analiz ile burada aslında iki hakkın yarışmadığı kolayca ortaya konmuştur.

Hohfeld Usulü Analiz aslında kamu hukuku davalarında, hakların ve kuralların çeşitliliğinden ötürü daha zor uygulansa da zamanla geliştirilebilir. Özellikle idare hukuku davalarında uygulandığında “borç, serbestlik alacak, alacaksızlık (Hohfeld’in kendisinin ortaya attığı bir kavramdır) gibi kavramlar eşliğinde olaylar çok daha net çözülecek ve daha isabetli karar alınabilecektir. Bu sebeplerle, Hohfeld Usulü Analiz yöntemini ülkemizde ele alıp çalışabildiğimizde hem hukuk alanına önemli bir katkı sağlamış oluruz hem de ülkemizdeki kararların isabeti noktasında önemli mesafe alabiliriz.

HALDUN BARIŞ

Kaynaklar

  1. Allen Thomas O’Rourke, “Hukuk Biliminde Kuşkudan Kurtulmak: Anayasa Hukukunun Hohfeld Usulü Analizi”, Çeviren: Burçin Aydoğdu, Hukuk Kuramı, C. 2, S. 3, Mayıs – Haziran 2015, ss. 45-66, (https://www.hukukkurami.net/editor/Sayi_9/09_05_orourke.pdf ).
  2. Anayasa Mahkemesi Wikipedia Kararı, Resmi Gazete, Sayı: 31009, 15 Ocak 2020, (https://www.anayasa.gov.tr/media/6426/2017-22355.pdf ).

BİLGİ NOTU: ALMAN BORÇLAR KANUNU (BGB) MADDE 311

§ 311 I BGB:

Kanunda aksi bir düzenleme bulunmadıkça hukuki ilişkiden doğan edimlerin ifasını isteyebilmek veya hukuki ilişkinin içeriğini değiştirebilmek için taraflar arasında sözleşme gerekir.

Ayrıca Alman yargı kararlarında ve doktrininde kabul edilen sözleşmenin temel koşullarından bazıları ise şunlardır:

  1. Sözleşme tarafların belirli olması
  2. Sözleşme konusu
  3. Sözleşme fiyatı/miktarı

Bu bilgi notu Almanya’da Univerität Bielefeld’de hukuk eğitimi almakta olan stajyerimiz Şüheda SERİN tarafından hazırlanmıştır.

SON GÜNLERDE GÖRÜLEN YANGINLAR VE İDARENİN SORUMLULUĞU

Malum olduğu üzere, ülkemiz zor günlerden geçiyor. Depremler, pandemi, yangınlar, sel ve heyelanlar gibi bir sürü afetle karşı karşıya kaldık. Bu zor günlerin bir an evvel geride kalması ise en büyük temennimiz. Devletimiz, bu noktada vatandaşının yanında durmaya çalışıyor. Yaraların büyümemesi ve açılan yaraların tedavi edilmesi ise vatandaşın devletten en büyük beklentisi…

Öte yandan yangınlardan kaynaklı olarak ortaya çıkan ciddi zararların nasıl giderileceği konusu da bir yandan tartışılmaya başlandı. Bu noktada ifade etmemiz gerekir ki, yangınlarda ortaya çıkan zararlardan ötürü vatandaşlarımız idarenin sorumluluğuna giderek haklarını aramalıdırlar.

Bununla ilgili olarak vatandaşların acil bir biçimde maddi zararlardan ötürü tespit yaptırması önemli olacaktır. Diğer yandan, idarenin sorumluluğu ile ilgili olarak aşağıdaki noktalara temas etmek gerekmektedir:

            Yangınlar eğer doğal nedenlerden kaynaklıysa, bu durumda, devletin yangınlarla ilgili gereken denetim ve önlem alma yükümlülüğü söz konusudur ki bundan kaynaklı olarak bir eksiklik varsa hizmet/kusur sorumluluğuna gidilebilir. Eğer hizmetten kaynaklı bir kusur yok ise hukukumuzda tanımlanan bir diğer sorumluluk çeşidi olan “kusursuz sorumluluk” da yangınlar noktasında tartışılmalıdır. 

Bu noktada, idarenin klasik savunması olacak olan mücbir sebeple ile ilgili olarak,  yangının mücbir sebep kabul edilmemesi gerektiğini de belirtmemiz gerekir. (Aynı şekilde deprem noktasında da Danıştay depremi uzun yıllar mücbir sebep olarak görse de içtihat değiştirmiş ve depremin mücbir sebep olarak görülemeyeceğini belirtmiştir.)

            Eğer yangınlar başkaca nedenlerden ötürüyse, (sabotaj, terör vs. gibi nedenlerden kaynaklı ise) bu durumda “sosyal risk teorisinden” kaynaklı olarak vatandaşların tazminat hakkı söz konusu olacaktır. 

Aşağıdaki yüksek yargı kararları da konuyu özetlemektedir:

“Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetimi esastır. Bu nedenle olayın oluşumu ve zararın niteliği dikkate alınarak, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp, uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de herhalde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir”. D.10.D., Karar Tarihi: 20.10.1999, E. 1997/721, K. 1999/5266

 “İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.” D.10.D., Karar Tarihi: 25.02.2003, E. 2001/4795, K. 2003/696.

                                    Yangınlarda zarar gören vatandaşların zararlarının tazmini noktasında, gereken tespitler ve diğer hukuki işlemler için profesyonel bir hukukçudan destek alarak haklarını aramaları önem arz etmektedir. Bu noktada vatandaşlarımızın hak kaybına uğramamalarına adına bu durum oldukça önemlidir.

Hepimize geçmiş olsun…

                                                                                                           STJ. AV.   HALDUN BARIŞ

İşadamı Kararı İlkesi

Ticarî hayatta kazanç, alınan risklerle oldukça ilişkilidir. Alınan riskler kimi zaman kazanç getirebileceği gibi kimi zaman da ciddi kayıplara yol açabilmektedir. Bu noktada yatırımcılar, kayıplarının giderilebilmesi için çeşitli yollar aramaktadır. Bu yollardan birisi de  işadamlarının aldıkları kararlardan ötürü sorumluluğunun doğduğu gerekçesiyle yargı yoluna başvurmaktır.

Öte yandan ticari hayatın devamı ve gelişebilmesi için ticari hayatta yöneticilerin/yönetim kurullarının kararlarını şirketin çıkarları doğrultusunda “rahatça” alabilmesi gereklidir. Bu nedenlerle de gerekli özenin gösterildiği durumlarda, şirketin menfaatine olacağı inancıyla alınan başarısız kararların sonuçlarından sorumlu tutulmamaları ve ayrıca mahkemelerin şirket yönetimine müdahalelerinin oldukça az olması gerekmektedir. Bu noktada karşımıza çıkan kavram ise “işadamı kararı ilkesidir” (Business Judgment  Rule).

İşadamı kararı ilkesi, ilk olarak, Percy v. Millaudon davası ile 19. yy’da ABD’de ortaya konulmuştur. Alınabilecek ticari kararların rahat ve baskılanmamış bir zihin ile alınabilmesinin ve şirketlerin menfaati gereği işadamlarının riskli kararlar alabilmelerinin önünü açan bu ilke, aynı zamanda mahkemelerin ticari hayata müdahalesinin de önüne geçmektedir. Bu ilkenin uygulanması sonucu mahkemeler yönetim kurulunun/yöneticilerin kararları ile ilgili yerindelik incelemesi yapamaz.

Bilindiği üzere kural olarak sermaye şirketleri olarak bilinen şirket türlerinde şirket ortaklarının sorumluluğu ortaklık payları ile sınırlıdır. Aynı şekilde şirket yönetiminin de sorumluluğu kusurlu davranışlar, özen yükümlülüğün ihlali, gözetim vb. gibi belli başlı durumlarda söz konusu olabilmektedir. Öte yandan ticari hayatın yapısı gereği riskli kararlar almak durumunda kalan ve kimi zaman başarısızlıklara imza atan kimi yöneticiler de yukarıda zikrettiğimiz çeşitli sorumluluk hallerinin doğduğu iddiası ile karşılaşabilmektedir. Bu durum da karar alıcıların riskli kararlara yönelmemesini, başarısızlık korkusu ile kararlar almasını beraberinde getirmektedir. Tahmin edilebileceği üzere bu durumun yarattığı baskı şirketlerin ve Türk ticari hayatının gelişmesini engellemektedir.

Bu duruma çözüm olarak geliştirilen bu kavram ile işadamlarının aldıkları kararlardan dolayı sorumlu tutulmaları zorlaştırılmıştır. İyi tartışılmış, düşünülmüş ve gerektiğinde uzmanlardan bilgi alınmış, danışılmış kararlar riskli olsa da veya başarısızlık getirse de (ve önemli bir şart olarak kararı alanın menfaatine hizmet etmiyorsa) şirket menfaatleri gereği riskli kararlar alınabilir. Bu kararlar bu ilke ile birlikte işadamlarını sorumluluk altına sokan kararlar olmaktan çıkarılmıştır.

İşadamı kararı ilkesi kimi ülkelerde ABD’de olduğu gibi geniş bir şekilde yorumlanırken çeşitli ülkelerde ise daha dar yorumlanmaktadır. Örnek vermek gerekirse, şirket adına gerekli araştırmaları yapıp hisse alan bir yönetici  hisselerin düşmesi sonucu şirketin ciddi zarar görmesiyle kimi ülkelerde bu kararından dolayı sorumlu sayılırken kimi ülkelerde ise gerekli araştırmaları yapmış ise ve kasıtlı bir olumsuz davranışı yok ise işadamı kararı ilkesi gereğince sorumlu tutulmamaktadır.

Ülkemizde ise bu kavram oldukça sınırlı bir biçimde ele alınmaktadır. Türk Ticaret Kanunu’nda doğrudan anılmayan işadamı kararları ilkesine, kanunun 369. maddesinin gerekçesinde atıf yapılmıştır. Ancak yine de bu ilke, Batılı ülkelerde ele alındığı anlam ve yorumuyla ülkemizde ele alınmamaktadır. Bu noktada ülkemizde yöneticiler hakkındaki kusur karinesi, sorumluluk noktasında oldukça sık karşılaşılan ve özellikle iflas durumlarında yargıya taşınan konulardandır.

Ülkemizde, yöneticilerin daha rahat, gerektiğinde ticari kazanç amacıyla riskli kararlar alabilmesi adına işadamı kararı ilkesinin ülkemizde de yürürlüğe konulması ticari hayatımızın gelişmesi adına faydalı olacaktır. Bu noktada TTK hükümlerine eklenecek kavramın, işadamlarının aldıkları başarısız olmuş kararlarda sorumluluklarının doğmasını daha da zorlaştıracağını ifade edebiliriz. Alınan kararlar, usule uygunsa, gereken uzman görüşleri alınmışsa ve herhangi bir yolsuzluk içermiyorsa, risk ne olursa olsun, yöneticilerin rahatça düşünebilmesi ve gerektiğinde risk alabilmesi adına bu ilkenin uygulanarak sonuçlardan sorumlu tutulmamaları gerekmektedir.

Haldun BARIŞ

Yararlanılan Kaynaklar

Prof. Hasan Pulaşlı, Şirketler Hukuku Genel Esaslar,  7. Baskı, Adalet Yayınevi

Dr. Semih Sırrı ÖZDEMİR, İş Adamı Kararı İlkesi Ve Türk Hukukunda Uygulanabilirliği (Busıness Judgment Rule And Its Applıcabılıty In Turkısh Law)

Yrd. Doç. Dr. Mahmut KİZİR, Yargıtay Kararları Işığında Basiretli İşadamı Gibi Hareket Etme Yükümlülüğünün Sözleşmenin Değişen Şartlara Uyarlanmasına Etkisi, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 19, Sayı 2, Yıl 2011

Yrd. Doç. Dr. Sevgi BOZKURT YAŞAR, Anonim Şirketlerde İşadamı Kararı İlkesisinin Uygulanması, BETA, İstanbul, 2015

İNFOGRAFİK: AKARYAKIT BAYİLİK SÖZLEŞMESİ HAZIRLANIRKEN DİKKAT EDİLECEK BAZI HUSUSLAR

Akaryakıt bayilik sözleşmesi hazırlanırken dikkat edilecek pek çok husus bulunmaktadır. Akaryakıt bayilik sözleşmesi, rekabet hukuku, enerji hukuku, ticaret hukuku gibi alanlarda uzman ve tecrübeli kadrolarca titizlikle müzakere edilmeli ve hazırlanmalıdır. Aksi halde ciddi hak kayıpları ve mağduriyetler ortaya çıkabilmektedir.

Seyhan Hukuk Bürosu, hukuk ve tasarımın buluştuğu çalışmaları desteklemektedir. Ofisimizce hazırlanan infografikler; hukuki bilgileri daha anlaşılabilir şekilde ve görsellerle destekleyerek okuyucularımıza ulaştırmayı hedeflemektedir.

SEYHAN HUKUK BÜROSU TAYVAN BÜYÜKELÇİLİĞİ’Nİ ZİYARET ETTİ

Seyhan Hukuk Bürosu, Av. Mustafa KORKMAZ, Av. Osman ALTUNTAŞ, Av. Ecem ÖZYURT ve Av. Haldun BARIŞ’tan oluşan bir heyet ile Tayvan Büyükelçiliği’ne ziyarette bulundu. Tayvan Büyükelçiliği ise Büyükelçilik Genel Sekreteri Sibel CHEN, Ekonomi Sekreteri Annie C.C. YU ve Tayvanlı öğrencilerin bulunduğu bir heyet ile ofisimizi karşıladı.

Yapılan görüşmelerde Tayvanlıların Türkiye’de yaşadığı hukuki sorunlara dair görüş alışverişinde bulunuldu. Seyhan Hukuk Bürosu’nun Tayvanlı iş adamlarına ve Tayvanlı vatandaşlara yönelik hukuki destek vermesi kararlaştırıldı. Tayvan Büyükelçiliği, internet adresinde Seyhan Hukuk Bürosu’nu vatandaşlarına önerdi. Böylece Seyhan Hukuk, Rusya, İran, İngiltere’nin ardından Asya bölgesindeki ülkelerin vatandaşlarına da hizmet verecek.

İnfografik: Blockchain Teknolojisi

Seyhan Hukuk Bürosu, hukuk ve tasarımın buluştuğu çalışmaları desteklemektedir. Ofisimizce hazırlanan infografikler; hukuki bilgileri daha anlaşılabilir şekilde ve görsellerle destekleyerek okuyucularımıza ulaştırmayı hedeflemektedir.

Sözleşme Özgürlüğünün Bir Sınırı: Genel Ahlâka Aykırılık ve Kelepçeleme Hükümler

Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 26. maddesi “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler.” hükmü ile sözleşme özgürlüğünü düzenlenmektedir. Bu madde ile hukukumuzda sözleşme özgürlüğü ilkesi kabul edilmiştir. Öte yandan kanunun devamındaki maddeler ise sözleşme özgürlüğünün sınırlarını belirlemektedir.

TBK 27. madde sözleşme özgürlüğünün sınırlarını “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür.” hükmü ile çizmiştir. Bu maddedeki kavramlar ise doktrin ve yüksek yargı kararları ile birlikte şekillenmiştir. Maddede geçen “kanunun emredici hükümleri” ifadesi net bir biçimde anlaşılmakla beraber, “ahlak” “kamu düzeni” gibi kavramlar oldukça soyut ve göreceli kavramlar olduğu için genel olarak tartışmalara konu olmuştur. Ancak pek çok gelişmiş demokraside benzer kavramlarla sözleşme özgürlüğüne sınırlama getirildiği unutulmamalıdır. Örneğin Almanya’da geleneksel hukuk kurallarından bu yana (günümüzdeki modern Alman Borçlar Kanunu’nda ( BGB) da) genel ahlâka aykırılık hükmü düzenlenmiş (BGB § 138) ve genel ahlaka aykırı olan sözleşmelerin batıl olacağı kabul edilmiştir.

Genel ahlaka aykırılık kavramından ne anlaşılması gerektiği tartışmalara konu olan önemli bir konudur. Bu konu ile ilgili Almanya’daki ilginç bir kararı anmanın faydalı olacağına inanıyorum:

Almanya’da 2013 yılında çekilen “Fack Ju Göhte” adlı film oldukça başarılı olmuş ve gişe rekorları kırmıştır. Filmin yapımcısı markayı tescil etmek için başvurduğunda ismin “genel ahlaka aykırılık” teşkil ettiği gerekçesi ile marka tescil başvurusu reddedilmiş, bu karar Alman temyiz merciilerinde de onaylanmıştır. Ancak söz konusu başvurunun reddine ilişkin AB Adalet Divanı’nda yapılan yargılamada karar hukuka uygun bulunmamış ve bozulmuştur. Bu noktada bozma kararı, sosyal bağlam üzerinde yoğunlaşmış olup “ortalama tolerans ve duyarlılığa sahip makul kişinin esas alınması” gerektiği belirtilmiştir. Filmin Goethe Enstitüsü’nde dahi eğitim amaçlı izletildiğinin altını çizen kararda filmin izlenme oranları ve tartışmalara bakıldığında “nasıl genel ahlaka aykırılık teşkil ettiğinin somut bir biçimde ortaya konması gerektiği” belirtilmiştir. (Eker, Fack Ju Göhte Kararı, IPR Gezgini)

2020 yılında alınan bu karar oldukça önemlidir. Goethe gibi büyük bir yazarın İngilizce’deki “F*ck You” küfrünü çağrıştıran bir biçimde ve alaycı olarak ele alınması referansıyla karar alan Alman mercilerinin konuyla alakalı kararları haksız bulunarak bozulmuştur.

Ülkemizde ise genel ahlâka aykırılık kavramının çerçevesi, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 1948 yılında aldığı kararda şöyle izah edilmiştir:

“Bir akdin kanuna veya ahlâka ve adaba aykırı olup olmadığı konusu yoruma bağlı sorunlardandır. Bu yorum yapılırken yalnız Borçlar Kanununun koyduğu kurallar değil; memleketin sağlık ve intizamını, inzibatını sağlamak amacı ile konulmuş diğer mevzuat da göönünde bulundurulur.”  (YİBK. 14.1.1948 T., E.20, K.2)

Bu içtihatı birleştirme kararının vurguladığı önemli bir nokta vardır ve o da şudur ki:  Bir hükmün genel ahlaka aykırı olup olmaması yorumu sosyolojik bir şekilde değil yine hukuka bağlı bir biçimde genel bir hukuk zihniyeti içerisinde yapılmalıdır. Bunun en güzel örneğinin “kelepçeleme sözleşmeler” olduğunu düşündüğüm için bu noktayı kelepçeleme sözleşmeler ve hükümler ile açmak istiyorum:

Kelepçeleme sözleşmeler yüksek Yargı kararlarında doktrinden alıntılanarak şu şekilde tanımlanmıştır:

“Sözleşmeler bazen hukuka değil, ancak ahlaka uygun olmayabilir. Ahlak kuralları, hukuk kurallarından farklı olarak yazılı olmayan kurallardır. Toplumun değer yargıları ve ahlak anlayışı bir davranışın ahlaka uygun olup olmadığını tayin eder. Bu nedenle, ahlak kuralları zamandan zamana, toplumdan topluma hatta yöreden yöreye değişirler. Sözleşmenin ahlaka aykırı olup olmadığı, toplumun ahlak anlayışı göönünde tutulmak suretiyle belirlenebilir (Kılıçoğlu; 2012: 95). Bahsi geçen ahlaka aykırı sözleşmelere, ekonomik olarak zayıf ve diğerine muhtaç durumda olan sözleşme tarafının, kendisinden daha güçlü diğer tarafın isteklerini kabul ederek imzalamak zorunda kaldığı sözleşmeler örnek verilebilir. Öğretide kavram birliği olmasa da, bu tür sözleşmelere değişik isimler verilmiştir. Bunlar arasında;  “kelepçeleyen sözleşmeler”, “köleleştiren sözleşme”, “cendere sözleşmeleri”, “kımıldamayacak bir surette bağlama sözleşmesi” sayılabilir (Ünal, 2012: 2-5).” Yargıtay HGK. 22.05.2013 T. E:2012/11-1601, K:752

İzah edildiği üzere kelepçeleme sözleşmeler veya hükümler, sözleşme özgürlüğünü, sınırsız bir biçimde orantısızlaştırarak bir tarafın çeşitli kişilik haklarını veya özgürlüklerini sınırlandıran sözleşmelerdir. İlk olarak Almanya’da ele alınan bu kavram özellikle Alman hukuk camiasında oldukça tartışılmış ve çalışılarak geliştirilmiştir. Ülkemizde de bu kavram üzerine çalışmalar mevcut olup yüksek yargı kararlarında zaman zaman atıf yapılan kavramlardan birisi haline gelmiştir.

Örneğin bir Yargıtay kararında “Anayasa’nın 48. maddesi uyarınca herkes çalışma hürriyetine sahip olup uyuşmazlığa uygulanması gereken 818 Sayılı Kanunun 19, 20, 155, 161 ve TMK’nın 23. maddeleri karşısında davalının sözleşmenin sona ermesinden sonra 3 yıl süre ile aynı alanda faaliyet gösteren bir başka şirkette hiçbir görevde çalışamaması bir rekabet etmeme koşulu değil, kelepçeleme sözleşmesi niteliğinde olup, davalının ekonomik özgürlüğünü kısıtlayan bir hükümdür. Dolayısıyla buna dayalı cezai şart koşulu da geçersizdir” (Yargıtay 11. HD. 01.07.2014 T. E: 6520, K: 12577, e-uyar.com ) şeklinde verilen karar ile kelepçeleme sözleşmelere atıf yapılmış ve sözleşmedeki bir hüküm geçersiz sayılmıştır.

Yine bir başka Yargıtay kararında da “Sözleşmenin tarafları, sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde sözleşmenin konusunu ve cezai şartın miktarını belirlemede özgür iseler de, bu özgürlüğün sınırsız ve sonsuz olduğu söylenemez. BK’nun 19, 20, 161 maddeleri bu özgürlüğün sınırını çizmiştir. Cezai şart borçlunun iktisaden mahvına sebep olacak derecede ağır ve yüksek ise, adap ve ahlaka aykırı sayılarak tamamen veya kısmen iptal edilmesi gerekir.” (Yargıtay HGK. 22.05.2013 T. E:2012/11-1601, K:752) şeklindeki ifadeler ile dava konusun hükmün genel ahlaka aykırılık teşkil ettiğini vurgulamış ve kelepçeleme bir hüküm olduğundan bahisle geçersiz saymıştır.

Bir başka yargı kararında ise Franchise sözleşmesi bir bütün olarak ele alındığında davalının ticari faaliyetlerini ipotek altına alan kelepçeleme niteliğinde bir sözleşme olduğundan sözleşmede yer alan düzenlemenin adil olmadığı açıktır. Bu husus bilirkişi raporunda da açıkça ifade edilmiştir. Kelepçeleme sözleşmeleri, “sözleşmede kararlaştırılan hükümlerden dolayı sözleşme taraflarından birinin, ekonomik özgürlüğünün genel ahlâka aykırı sayılacak kadar aşırı derecede sınırlanması ve bu sebeple diğer tarafın keyfine tabi olur hale gelmesidir.”  (Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Kararı – İstanbul 1. Fikrî Ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi, E. 2016/138 K. 2020/46, T. 28.1.2020) denilerek kelepçeleme sözleşmelere örnek verilmiştir.

Her ne kadar farklı ifadelere rastlansa da yargı kararlarından ve doktrinden de anlaşılacağı üzere, sözleşme özgürlüğünü sınırlandıran “genel ahlaka aykırılık” kavramı, genel ve ahlaki bir yorumdan ziyade yine çeşitli mevzuatlara dayanarak, hukukun ruhu ve zihniyeti içerisinde kalıp , “makul, ortalama duyarlılık” ile sözleşmelerin ele alınmasını ifade etmelidir. Örneğin, kelepçeleme sözleşmeler veya hükümler, genel anlamda TMK 23. maddedeki “Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlâka aykırı olarak sınırlayamaz.”  hükmü ile Anayasanın 48. maddesindeki “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir. Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” hükmünün dayanak yapılması ile izah edilir ve uygulanır. Görüleceği üzere, bu ahlaka aykırılık çeşidi, belli mevzuatlara yaslanarak/yaklaşarak tanımlanmış ve genel bir hukuk çerçevesi içerisinde ele alınmıştır. Bu konuda büyük hukukçu Andreas Von Tuhr şu ifadeleri kullanmaktadır:

“Kanun vazıh adaba muhalif olan akitleri batıl addetmek suretile m.20 gayesi itibarile kanuna yaklaşan ve fakat müeyyide itibari ile kanundan farklı bulunan ahlak kaidesini tanımaktadır. (…) Bir muamelenin adaba muhalif olduğunu tayin ve takdir için taraflar veya hakimin ahlak hakkındaki subjektif görüşüne değil, doğru ve makul kimselerin vasati görüşlerine istinat etmek lazımdır.”  (Von Tuhr, 1983: 248)

Hukukumuzda her ne kadar sözleşme özgürlüğü benimsenmiş olsa da bu özgürlük sonsuz ve sınırsız değildir. Genel ahlaka aykırılık hususu da bu özgürlüğü sınırlandıran hükümlerden birisidir. Ancak bu kavram ele alınırken, tıpkı genel ahlaka aykırılığın çeşitlerinden birisi olan kelepçeleme sözleşmeler ve hükümler bahsinde olduğu gibi hukuktan bağımsız bir biçimde ve subjektif olarak ele alınmamalı, makul, ortalama duyarlılık nüansları ile hukuki mevzuatı veya bu mevzuatın ruhunu referans alacak şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır.

Stj. Av. Haldun Barış[email protected]

(Bu yazı Hür Fikirler adlı internet sitesinde yayınlanmıştır.)

Yararlanılan Kaynaklar

Akın, İrfan; Kayaözü, Zehra Büşra, Telif Hakları ve Kelepçeleme Sözleşmeleri,  TAÜHFD, 2020; 2(1): 27-48.

Ateş, Derya, Borçlar Hukuku Sözleşmelerinde Genel Ahlâka Aykırılık, Doktora Tezi, ASBÜ, 2006.

Eker, Gözde ; Fack Ju Göhte Yani Lanet Olsun Sana Göhte Kararı, İPR Gezgini, https://iprgezgini.org/2020/06/09/fack-ju-gohte-yani-lanet-olsun-sana-gohte-karari/

Kılıçoğlu, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 15.Baskı, Ankara, 2012.

Ünal, Akın, Kelepçeleme Sözleşmeleri, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Özel Hukuk Anabilimdalı Medeni Hukuk Bilim Dalı, 2011, tez.yok.gov.tr

Von Tuhr, Andreas, Borçlar Hukuku 1-2, Yargıtay Yayını No: 15 Çeviren: Av. Cevat Edege, 1983 Ankara.

Yüksel, Cansev Erinç; Daldaban, İhsan İbrahim, “Kelepçeleme Sözleşmelerinin Türk Borçlar Kanunu Açısından İncelenmesi”, https://www.goksusafiisik.av.tr/Articletter/2017_Summer/GSI_Articletter_2017_Summer_Article3.pdf

Yargı Kararları

-Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Kararı – İstanbul 1. Fikrî Ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi, E. 2016/138 K. 2020/46, T. 28.1.2020, Lexpera

-Yargıtay Kararı- 11. HD. 01.07.2014 T. E: 6520, K: 12577, e-uyar.com

-Yargıtay HGK Kararı- 22.05.2013 T. E:2012/11-1601, K:752

-Yargıtay Kararı – 19. HD., E. 2014/3413 K. 2014/9249 T. 15.5.2014

-Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2014/11565 K. 2015/8187 T. 11.6.2015

-Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2015/3044 K. 2015/8052 T. 10.6.2015

-Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2014/10123 K. 2015/6917 T. 14.5.2015