VEKALETNAME ÖLÜMDEN SONRA GEÇERLİ OLUR MU? (MANDATUM POST MORTEM)

TDK vekaletnameyi “bir kimsenin vekil olduğunu bildiren, noterlik tarafından onaylanmış belge.” şeklinde tanımlamaktadır. Türk Borçlar Kanunu’nun 9. bölümünde vekalet ilişkisi düzenlenmiştir. Bu bölümün ilk maddesi olan TBK 502’de ise vekalet akdi tanımlanmaktadır:

Vekâlet sözleşmesi, vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir. Vekâlete ilişkin hükümler, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde, bu Kanunda düzenlenmemiş olan işgörme sözleşmelerine de uygulanır. Sözleşme veya teamül varsa vekil, ücrete hak kazanır.

Vekalet ilişkisinin zaman ve nitelik bakımından hangi işlerde geçerli olduğu ise tartışılmaktadır. Bu noktada bu yazıda vekalet ilişkisinin ölümden sonra geçerli olup olmadığı tartışılacaktır:

Konuyla ilgili olarak öncelikle TBK’nin 513. maddesinin incelenmesinde yarar vardır:

TBK M. 513 “Sözleşmeden veya işin niteliğinden ‘aksi anlaşılmadıkça’ sözleşme, vekilin veya vekâlet verenin ölümü, ehliyetini kaybetmesi ya da iflası ile kendiliğinden sona ermiş olur. Bu hüküm, taraflardan birinin tüzel kişi olması durumunda, bu tüzel kişiliğin sona ermesinde de uygulanır.”

Kanunun metninden anlaşıldığı üzere vekaletname ölümle birlikte son bulmaktadır. Ancak aksi kararlaştırılmışsa, bu durumda vekaletname kendiliğinden son bulmayacaktır. Yine de konuyla ilgili verilmiş kararları incelemekte fayda vardır:

Konu hakkında Yargıtay İBK’nın 1941 yılındaki kararı ise aşağıdaki gibidir:

“Vekalet sözleşmesinde müvekkilin, ölümünden sonra da geçerli olmak üzere taşınmaz malını bir başkasına devrine yönelik verilen yetkinin, müvekkil öldükten sonra da geçerli olacağı, fakat azil hakkının ölünün kanuni haleflerine geçeceği, mirası reddetmemiş olan mirasçılar tarafından zil olunabileceği çoğunlukla karar altına alınmıştır.” Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulu’nun 1941/20 E. 1941/87 K. 21/02/1941 tarihli Kararında

Öte yandan ölümden sonraki yetki ile yapılan işlemlerin geçerliliği noktasındaki kararlar; işin mahiyeti ve işlemin niteliği belirlenerek, mirasçıların çıkarları ve mirasbırakanın iradesi gözetilerek alınmalıdır. Konu hakkında Yargıtay HGK’nın kararında da bu hususa şu şekilde değinilmiştir:

“Şu var ki, münferit kazandırmanın beraberinde getirdiği menfaatler çatışmasında tereke ilgililerinin (davacının) çıkarı ile kazandırmada bulunan kişinin (mirasbırakanın) çıkarını tutarlı bir biçimde uyumlu hale getirmek gerekir.” Yargıtay HGK E. 2006/3-754 K. 2006/757 T. 29.11.2006

Sözleşme Özgürlüğünün Bir Sınırı: Genel Ahlâka Aykırılık ve Kelepçeleme Hükümler

Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 26. maddesi “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler.” hükmü ile sözleşme özgürlüğünü düzenlenmektedir. Bu madde ile hukukumuzda sözleşme özgürlüğü ilkesi kabul edilmiştir. Öte yandan kanunun devamındaki maddeler ise sözleşme özgürlüğünün sınırlarını belirlemektedir.

TBK 27. madde sözleşme özgürlüğünün sınırlarını “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür.” hükmü ile çizmiştir. Bu maddedeki kavramlar ise doktrin ve yüksek yargı kararları ile birlikte şekillenmiştir. Maddede geçen “kanunun emredici hükümleri” ifadesi net bir biçimde anlaşılmakla beraber, “ahlak” “kamu düzeni” gibi kavramlar oldukça soyut ve göreceli kavramlar olduğu için genel olarak tartışmalara konu olmuştur. Ancak pek çok gelişmiş demokraside benzer kavramlarla sözleşme özgürlüğüne sınırlama getirildiği unutulmamalıdır. Örneğin Almanya’da geleneksel hukuk kurallarından bu yana (günümüzdeki modern Alman Borçlar Kanunu’nda ( BGB) da) genel ahlâka aykırılık hükmü düzenlenmiş (BGB § 138) ve genel ahlaka aykırı olan sözleşmelerin batıl olacağı kabul edilmiştir.

Genel ahlaka aykırılık kavramından ne anlaşılması gerektiği tartışmalara konu olan önemli bir konudur. Bu konu ile ilgili Almanya’daki ilginç bir kararı anmanın faydalı olacağına inanıyorum:

Almanya’da 2013 yılında çekilen “Fack Ju Göhte” adlı film oldukça başarılı olmuş ve gişe rekorları kırmıştır. Filmin yapımcısı markayı tescil etmek için başvurduğunda ismin “genel ahlaka aykırılık” teşkil ettiği gerekçesi ile marka tescil başvurusu reddedilmiş, bu karar Alman temyiz merciilerinde de onaylanmıştır. Ancak söz konusu başvurunun reddine ilişkin AB Adalet Divanı’nda yapılan yargılamada karar hukuka uygun bulunmamış ve bozulmuştur. Bu noktada bozma kararı, sosyal bağlam üzerinde yoğunlaşmış olup “ortalama tolerans ve duyarlılığa sahip makul kişinin esas alınması” gerektiği belirtilmiştir. Filmin Goethe Enstitüsü’nde dahi eğitim amaçlı izletildiğinin altını çizen kararda filmin izlenme oranları ve tartışmalara bakıldığında “nasıl genel ahlaka aykırılık teşkil ettiğinin somut bir biçimde ortaya konması gerektiği” belirtilmiştir. (Eker, Fack Ju Göhte Kararı, IPR Gezgini)

2020 yılında alınan bu karar oldukça önemlidir. Goethe gibi büyük bir yazarın İngilizce’deki “F*ck You” küfrünü çağrıştıran bir biçimde ve alaycı olarak ele alınması referansıyla karar alan Alman mercilerinin konuyla alakalı kararları haksız bulunarak bozulmuştur.

Ülkemizde ise genel ahlâka aykırılık kavramının çerçevesi, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 1948 yılında aldığı kararda şöyle izah edilmiştir:

“Bir akdin kanuna veya ahlâka ve adaba aykırı olup olmadığı konusu yoruma bağlı sorunlardandır. Bu yorum yapılırken yalnız Borçlar Kanununun koyduğu kurallar değil; memleketin sağlık ve intizamını, inzibatını sağlamak amacı ile konulmuş diğer mevzuat da göönünde bulundurulur.”  (YİBK. 14.1.1948 T., E.20, K.2)

Bu içtihatı birleştirme kararının vurguladığı önemli bir nokta vardır ve o da şudur ki:  Bir hükmün genel ahlaka aykırı olup olmaması yorumu sosyolojik bir şekilde değil yine hukuka bağlı bir biçimde genel bir hukuk zihniyeti içerisinde yapılmalıdır. Bunun en güzel örneğinin “kelepçeleme sözleşmeler” olduğunu düşündüğüm için bu noktayı kelepçeleme sözleşmeler ve hükümler ile açmak istiyorum:

Kelepçeleme sözleşmeler yüksek Yargı kararlarında doktrinden alıntılanarak şu şekilde tanımlanmıştır:

“Sözleşmeler bazen hukuka değil, ancak ahlaka uygun olmayabilir. Ahlak kuralları, hukuk kurallarından farklı olarak yazılı olmayan kurallardır. Toplumun değer yargıları ve ahlak anlayışı bir davranışın ahlaka uygun olup olmadığını tayin eder. Bu nedenle, ahlak kuralları zamandan zamana, toplumdan topluma hatta yöreden yöreye değişirler. Sözleşmenin ahlaka aykırı olup olmadığı, toplumun ahlak anlayışı göönünde tutulmak suretiyle belirlenebilir (Kılıçoğlu; 2012: 95). Bahsi geçen ahlaka aykırı sözleşmelere, ekonomik olarak zayıf ve diğerine muhtaç durumda olan sözleşme tarafının, kendisinden daha güçlü diğer tarafın isteklerini kabul ederek imzalamak zorunda kaldığı sözleşmeler örnek verilebilir. Öğretide kavram birliği olmasa da, bu tür sözleşmelere değişik isimler verilmiştir. Bunlar arasında;  “kelepçeleyen sözleşmeler”, “köleleştiren sözleşme”, “cendere sözleşmeleri”, “kımıldamayacak bir surette bağlama sözleşmesi” sayılabilir (Ünal, 2012: 2-5).” Yargıtay HGK. 22.05.2013 T. E:2012/11-1601, K:752

İzah edildiği üzere kelepçeleme sözleşmeler veya hükümler, sözleşme özgürlüğünü, sınırsız bir biçimde orantısızlaştırarak bir tarafın çeşitli kişilik haklarını veya özgürlüklerini sınırlandıran sözleşmelerdir. İlk olarak Almanya’da ele alınan bu kavram özellikle Alman hukuk camiasında oldukça tartışılmış ve çalışılarak geliştirilmiştir. Ülkemizde de bu kavram üzerine çalışmalar mevcut olup yüksek yargı kararlarında zaman zaman atıf yapılan kavramlardan birisi haline gelmiştir.

Örneğin bir Yargıtay kararında “Anayasa’nın 48. maddesi uyarınca herkes çalışma hürriyetine sahip olup uyuşmazlığa uygulanması gereken 818 Sayılı Kanunun 19, 20, 155, 161 ve TMK’nın 23. maddeleri karşısında davalının sözleşmenin sona ermesinden sonra 3 yıl süre ile aynı alanda faaliyet gösteren bir başka şirkette hiçbir görevde çalışamaması bir rekabet etmeme koşulu değil, kelepçeleme sözleşmesi niteliğinde olup, davalının ekonomik özgürlüğünü kısıtlayan bir hükümdür. Dolayısıyla buna dayalı cezai şart koşulu da geçersizdir” (Yargıtay 11. HD. 01.07.2014 T. E: 6520, K: 12577, e-uyar.com ) şeklinde verilen karar ile kelepçeleme sözleşmelere atıf yapılmış ve sözleşmedeki bir hüküm geçersiz sayılmıştır.

Yine bir başka Yargıtay kararında da “Sözleşmenin tarafları, sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde sözleşmenin konusunu ve cezai şartın miktarını belirlemede özgür iseler de, bu özgürlüğün sınırsız ve sonsuz olduğu söylenemez. BK’nun 19, 20, 161 maddeleri bu özgürlüğün sınırını çizmiştir. Cezai şart borçlunun iktisaden mahvına sebep olacak derecede ağır ve yüksek ise, adap ve ahlaka aykırı sayılarak tamamen veya kısmen iptal edilmesi gerekir.” (Yargıtay HGK. 22.05.2013 T. E:2012/11-1601, K:752) şeklindeki ifadeler ile dava konusun hükmün genel ahlaka aykırılık teşkil ettiğini vurgulamış ve kelepçeleme bir hüküm olduğundan bahisle geçersiz saymıştır.

Bir başka yargı kararında ise Franchise sözleşmesi bir bütün olarak ele alındığında davalının ticari faaliyetlerini ipotek altına alan kelepçeleme niteliğinde bir sözleşme olduğundan sözleşmede yer alan düzenlemenin adil olmadığı açıktır. Bu husus bilirkişi raporunda da açıkça ifade edilmiştir. Kelepçeleme sözleşmeleri, “sözleşmede kararlaştırılan hükümlerden dolayı sözleşme taraflarından birinin, ekonomik özgürlüğünün genel ahlâka aykırı sayılacak kadar aşırı derecede sınırlanması ve bu sebeple diğer tarafın keyfine tabi olur hale gelmesidir.”  (Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Kararı – İstanbul 1. Fikrî Ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi, E. 2016/138 K. 2020/46, T. 28.1.2020) denilerek kelepçeleme sözleşmelere örnek verilmiştir.

Her ne kadar farklı ifadelere rastlansa da yargı kararlarından ve doktrinden de anlaşılacağı üzere, sözleşme özgürlüğünü sınırlandıran “genel ahlaka aykırılık” kavramı, genel ve ahlaki bir yorumdan ziyade yine çeşitli mevzuatlara dayanarak, hukukun ruhu ve zihniyeti içerisinde kalıp , “makul, ortalama duyarlılık” ile sözleşmelerin ele alınmasını ifade etmelidir. Örneğin, kelepçeleme sözleşmeler veya hükümler, genel anlamda TMK 23. maddedeki “Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlâka aykırı olarak sınırlayamaz.”  hükmü ile Anayasanın 48. maddesindeki “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir. Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” hükmünün dayanak yapılması ile izah edilir ve uygulanır. Görüleceği üzere, bu ahlaka aykırılık çeşidi, belli mevzuatlara yaslanarak/yaklaşarak tanımlanmış ve genel bir hukuk çerçevesi içerisinde ele alınmıştır. Bu konuda büyük hukukçu Andreas Von Tuhr şu ifadeleri kullanmaktadır:

“Kanun vazıh adaba muhalif olan akitleri batıl addetmek suretile m.20 gayesi itibarile kanuna yaklaşan ve fakat müeyyide itibari ile kanundan farklı bulunan ahlak kaidesini tanımaktadır. (…) Bir muamelenin adaba muhalif olduğunu tayin ve takdir için taraflar veya hakimin ahlak hakkındaki subjektif görüşüne değil, doğru ve makul kimselerin vasati görüşlerine istinat etmek lazımdır.”  (Von Tuhr, 1983: 248)

Hukukumuzda her ne kadar sözleşme özgürlüğü benimsenmiş olsa da bu özgürlük sonsuz ve sınırsız değildir. Genel ahlaka aykırılık hususu da bu özgürlüğü sınırlandıran hükümlerden birisidir. Ancak bu kavram ele alınırken, tıpkı genel ahlaka aykırılığın çeşitlerinden birisi olan kelepçeleme sözleşmeler ve hükümler bahsinde olduğu gibi hukuktan bağımsız bir biçimde ve subjektif olarak ele alınmamalı, makul, ortalama duyarlılık nüansları ile hukuki mevzuatı veya bu mevzuatın ruhunu referans alacak şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır.

Stj. Av. Haldun Barış[email protected]

(Bu yazı Hür Fikirler adlı internet sitesinde yayınlanmıştır.)

Yararlanılan Kaynaklar

Akın, İrfan; Kayaözü, Zehra Büşra, Telif Hakları ve Kelepçeleme Sözleşmeleri,  TAÜHFD, 2020; 2(1): 27-48.

Ateş, Derya, Borçlar Hukuku Sözleşmelerinde Genel Ahlâka Aykırılık, Doktora Tezi, ASBÜ, 2006.

Eker, Gözde ; Fack Ju Göhte Yani Lanet Olsun Sana Göhte Kararı, İPR Gezgini, https://iprgezgini.org/2020/06/09/fack-ju-gohte-yani-lanet-olsun-sana-gohte-karari/

Kılıçoğlu, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 15.Baskı, Ankara, 2012.

Ünal, Akın, Kelepçeleme Sözleşmeleri, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Özel Hukuk Anabilimdalı Medeni Hukuk Bilim Dalı, 2011, tez.yok.gov.tr

Von Tuhr, Andreas, Borçlar Hukuku 1-2, Yargıtay Yayını No: 15 Çeviren: Av. Cevat Edege, 1983 Ankara.

Yüksel, Cansev Erinç; Daldaban, İhsan İbrahim, “Kelepçeleme Sözleşmelerinin Türk Borçlar Kanunu Açısından İncelenmesi”, https://www.goksusafiisik.av.tr/Articletter/2017_Summer/GSI_Articletter_2017_Summer_Article3.pdf

Yargı Kararları

-Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Kararı – İstanbul 1. Fikrî Ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi, E. 2016/138 K. 2020/46, T. 28.1.2020, Lexpera

-Yargıtay Kararı- 11. HD. 01.07.2014 T. E: 6520, K: 12577, e-uyar.com

-Yargıtay HGK Kararı- 22.05.2013 T. E:2012/11-1601, K:752

-Yargıtay Kararı – 19. HD., E. 2014/3413 K. 2014/9249 T. 15.5.2014

-Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2014/11565 K. 2015/8187 T. 11.6.2015

-Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2015/3044 K. 2015/8052 T. 10.6.2015

-Yargıtay Kararı – 11. HD., E. 2014/10123 K. 2015/6917 T. 14.5.2015

Yetkili Makam Kararıyla Türk Vatandaşlığı Nasıl Kazanılır?

Türk vatandaşlığını yetkili makam aracılığıyla kazanabilmek için belli başlı yöntemler mevcuttur.  Bu yöntemlerin her birisi belli şartlara bağlanmıştır. En bilinen yol ile Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda aranan şartlar kanunun 11. maddesinde sayılmıştır.  İçişleri Bakanlığı’na yapılacak başvuru ile birlikte vatandaşlığın kazanılması değerlendirmeye alınacaktır. Yurtdışında olup Türk vatandaşlığını kazanmak isteyenler ise konsolosluklar aracılığıyla başvuru yapılabilir.

11) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda;

a) Kendi millî kanununa, vatansız ise Türk kanunlarına göre ergin ve ayırt etme gücüne

sahip olmak,

b) Başvuru tarihinden geriye doğru Türkiye’de kesintisiz beş yıl ikamet etmek,

c) Türkiye’de yerleşmeye karar verdiğini davranışları ile teyit etmek,

ç) Genel sağlık bakımından tehlike teşkil eden bir hastalığı bulunmamak,

d) İyi ahlak sahibi olmak,

e) Yeteri kadar Türkçe konuşabilmek,

f) Türkiye’de kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlayacak

gelire veya mesleğe sahip olmak,

g) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak, şartları aranır.

Bu sayılan şartların varlığı İçişleri Bakanlığı ekiplerince denetlenerek karar verilir.

12) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartıyla Cumhurbaşkanı kararı ile aşağıda belirtilen yabancılar Türk vatandaşlığını kazanabilirler.

a) Türkiye’ye sanayi tesisleri getiren veya bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, kültürel, sanatsal alanlarda olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen ve ilgili bakanlıklarca haklarında gerekçeli teklifte bulunulan kişiler.

b) (Ek: 28/7/2016-6735/27 md.) 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun 31 inci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi uyarınca ikamet izni alanlar ile Turkuaz Kart sahibi yabancılar ve bunların yabancı eşi, kendisinin ve eşinin ergin olmayan veya bağımlı yabancı çocuğu.(1)

c) Vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler.

d) Göçmen olarak kabul edilen kişiler.

(2) (Ek: 19/10/2017-7039/29 md.) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel

teşkil edecek hali bulunanların talepleri Bakanlıkça reddedilir.

Türk vatandaşlığı kazanmanın bir diğer yolu ise evlilik yoluyla kazanmadır. Evlilik doğrudan Türk vatandaşlığını kazandırmaz. Kanunda evlilik yoluyla vatandaşlık kazanmanın şartları sıralanmıştır:

 16 – (1) Bir Türk vatandaşı ile evlenme doğrudan Türk vatandaşlığını kazandırmaz. Ancak bir Türk vatandaşı ile en az üç yıldan beri evli olan ve evliliği devam eden yabancılar Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvuruda bulunabilir. Başvuru sahiplerinde;

a) Aile birliği içinde yaşama,

b) Evlilik birliği ile bağdaşmayacak bir faaliyette bulunmama,

c) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmama, şartları aranır.

(2) Başvurudan sonra Türk vatandaşı eşin ölümü nedeniyle evliliğin sona ermesi halinde

birinci fıkranın (a) bendindeki şart aranmaz.

(3) Evlenme ile Türk vatandaşlığını kazanan yabancılar evlenmenin butlanına karar

verilmesi halinde evlenmede iyiniyetli iseler Türk vatandaşlığını muhafaza ederler.

Türk vatandaşlığı başvurusunun reddedilmesi halinde ise itiraz yolları söz konusudur. İdarenin verdiği kararın hatalı olduğu düşünülüyorsa bu kararlara yönelik hukuki mücadele başlatılabilir. Bunun için ise tecrübeli bir hukuk ofisi ile çalışmak hak kaybının yaşanmaması için önemlidir. Seyhan hukuk, vatandaşlık işlemlerinizin tüm aşamalarında müvekkillerine etkin bir biçimde hizmet sağlamaktadır.

Türkiye’ye Giriş Yasağı

Türkiye’ye giriş yasağı 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununda düzenlenmiştir. Söz konusu kanunun 9/1 maddesi aşağıdaki gibidir:

“Genel Müdürlük, gerektiğinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşlerini alarak, Türkiye dışında olup da kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından Türkiye’ye girmesinde sakınca görülen yabancıların ülkeye girişini yasaklayabilir.”

Yukarıdaki maddeyi incelerken öncelikle bir takım kavramların tanımlanmasında fayda vardır.

“Yabancı” Kavramı:

Anayasanın 66 maddesinin 1 fıkrasındaki düzenlemeye göre, “Türkiye Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 3/1 maddesinin ü bendinde de Anayasanın belirtilen maddesinin mefhumu muhalifinden yola çıkarak, yabancı kavramının “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile vatandaşlık bağı bulunmayan kişiyi” ifade edeceği belirtilmiştir. Buna bağlı olarak sonradan Türk vatandaşlığı kazananlar da din, dil, ırk, felsefi görüş, cinsiyet, renk, siyasi görüş ve benzeri sebeplerden dolayı ayrımcılık yapılmaksızın Türkiye vatandaşıdır. Türkiye’de ikamet izni ile yaşayanlar Türk vatandaşı sayılmamaktadır.

“Kamu Düzeni” ve “Kamu Güvenliği” Kavramları:

Kamu düzeni kavramı birçok kanunda kullanılsa da kesin bir tanımı halen yapılmış değildir. Genel anlatımla toplumun ve kamunun genelini ilgilendiren düzen olarak anlaşılmaktadır. Kamu güvenliği ise aynı şekilde ülkede yaşayan toplumun güvenliğidir. Bu kavramlar yoruma çok açık olduğundan suistimal edilmeye oldukça açıktır ve her hukuka aykırı davranış bu kavramların dahilinde yorumlanabilir. Bu çıkarımdan anlaşılabileceği üzere, ülkeye giriş yasağı kararı almaya yetkili makam olan Genel Müdürlüğe bu konuya ilişkin geniş bir hareket alanı tanınmıştır.

Haklarında giriş yasağı kararı alınan kişiler sınır kapılarından geçerken durdurulur ve Türkiye’ye giriş yapamazlar. Bu kişilere Türkiye sınırlarından neden alınmadıklarına ilişkin “Kabul Edilemez Yolcu Bilgilendirme Tutanağı” verilir. Tutanağın üzerinde kişinin kimlik bilgileri, işlem saati ve açıklaması, kişinin bu tutanakla başvurabileceği makamlar ve hakları yazılı olmalıdır. Açıklama kısmında Genel Müdürlüğün iç yazışma kodları yazılı olduğundan kişi neden ülkeye alınmadığı hakkında bilgi almak istediği takdirde büyükelçilik veya konsolosluklardan “Pasaport Deport Sorgulama” yapabilir. Aynı zamanda bu sorgulamayı vize işlemlerini tamamlarken de yapabilir ve hakkında herhangi bir sınır dışı kararının olup olmadığını öğrenebilir.

Ülkeye giriş yasağı bir idari işlem olduğundan bu işleme karşı İdare Mahkemesine başvurulabilir. Fakat kanunda mahkemeye başvuru süresine ilişkin herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Bu durumda ülkeye giriş yasağı idari bir işlem olduğundan İdare Mahkemesine genel başvuru süresi kabul edilmeli ve mahkemeye altmış gün içinde başvurulmalıdır.

Ülkeye giriş yasağı en fazla beş yıl olabilir. Fakat kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından ciddi bir tehdit bulunması halinde bu süre Genel Müdürlükçe on sene daha uzatılabilir, yani belirtilen durumların varlığı söz konusu olduğunda kişi hakkında on beş sene süre ile Türkiye’ye giriş yasağı konabilir. Bu durumda yine yukarıda belirtildiği üzere Genel Müdürlüğün takdir yetkisi vardır. YUKK 9 maddesinin 4 fıkrasında bu süre vize veya ikamet izni süresi sona eren ve kendi iradesiyle valiliklere Türkiye dışına çıkmak için başvuran kişiler açısından en fazla bir yıl olabileceği düzenlenmiştir.

Türk vatandaşlığı parasız nasıl alınır?

Türk vatandaşlığı almanın birçok yolu vardır (Türk anne-babadan doğmuş olmanın dışında). Yabancılar için Türk vatandaşlığını almanın en hızlı ve en kolay yolu, Türkiye Cumhuriyeti ekonomisine büyük miktarlarda yatırım yapmaktır. Elli ve üzeri Türk vatandaşına istihdam sağlamak, 250 000 ABD Doları ve üzeri değerinde gayrimenkul satın almak, kayıtlı sermayesi 500.000 ABD dolarından fazla olan bir şirket kurmak ve vatandaşlık almanın diğer istisnai yolları.

ANCAK, VATANDAŞLIĞI BAŞKA YOLLARLA DA (PARASIZ) EDINEBILIRSINIZ. AŞAĞIDA BAZILARI GÖSTERILMIŞTIR:

  1. Türk vatandaşıyla evlilik. Üç yıl veya daha uzun süre bir Türk vatandaşıyla evli olan bir yabancı vatandaşlık başvurusunda bulunabilir. Evliliğin gerçek olması gerektiğini belirtmek gerekir – bu husus ilgili yetkililer tarafından izlenmektedir.
  2. Türkiye’de resmi olarak işe girmek. Türkiye Cumhuriyeti’nde beş yıl veya daha uzun süreli çalışma izniyle ikamet eden bir yabancı, Türk vatandaşlığına başvurma hakkına sahiptir. Bir yabancıyı işe alabilmek için işverenin Türk hukukunda öngörülen bir takım koşulları yerine getirmesi gerektiğine dikkat etmek gerekir.
  3. Örneğin, belirli sayıda Türk vatandaşına istihdam sağlamak (resmi olarak çalışacak olan her bir yabancıya karşılık en az beş Türk vatandaşını resmi olarak çalıştırmak). Ayrıca, işveren bir yabancıyı asgari bir ücret karşılığında çalıştıramaz. Bir yabancının maaşı asgari ücretin en az bir buçuk katı olmalıdır (farklı mesleklerin farklı standartları vardır).
  4. Türk üniversitesinde öğrenim görmek. Yabancıların öğrenci ikamet izninde ikamet ettiği yıllar, mezuniyetten sonra daimi ikamet izinlerinden birine (çalışma, aile veya gayrimenkul sahibi olma) geçiş yapmaları durumunda ülkede kalış süresi olarak kabul edilmektedir.
  5. Toplamda, Türkiye’de ikamet süresi (öğrenci + daimi) beş yıl veya daha fazla olmalıdır.

Aynı şekilde Türkiye’de gayrimenkul satın alarak ve içinde beş yıl ve üzeri süreyle ikamet ederek vatandaşlık başvurusu yapma hakkını kazanılır. Bu, Türk vatandaşlığını parasız edinmenin bir yolu değildir, ancak Türkiye’de uygun bir fiyata bir daire bulmak oldukça mümkündür. Gayrimenkul alımı ile ilgili işlem yapmadan önce hukuki danışmanlık almanız tavsiye edilir, Seyhan Hukuk Bürosu avukatları bu alanda uzun yıllara dayanan deneyime sahiptir.

Türk Lirası mı Döviz mi?

Av. Bülent SEYHAN

Bu yazı Platin Dergisi’nin 13. sayısında yayınlanan yazıdan alıntı bir bölümdür:

Son günlerde artan devalüasyon beklentisinin borsa üzerindeki etkisi ve yabancı para ile borçlanan okurlarımızın durumunu inceleme konusu yapacağız.  Develüasyon, milli paranın yabancı paralar karşısında değerinin düşürülmesidir. Son günlerde artan bu söylentinin birinci nedeni ihracatın artırılması gayesinden kaynaklanıyor. TL’nin devalüe edilmesi sonucunda yabancı para birimleri değer kazanacak. Bu gibi durumlarda, borsa olumsuz etkilenir ve yatırımcılar dövize kayar. Piyasadaki devalüasyon fısıltısı, paranın yönünü dövize kaydırır.

Devalüasyon yapılması halinde, yabancı para ile borçlanan borçluların bir gün içinde borçlarının çok fazla artacağı düşünülürse, borçlular ve borsada yatırım yapanlar için devalüasyonun önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. (Devamı Platin Dergisi 13. sayıda…)

Seyhan Hukuk Bürosunun kurucu ortağı Av. Bülent Seyhan 1998 – 1999 yılları boyunca Ulusal Ekonomi dergisi olan PLATİN’de yatırımcıların karşılaştığı sorunlar ve Sermaye Piyasası Kurumu mevzuatı gibi konuları ele alan makaleleri yayımlanmıştır. Makaleleri sayesinde Borsa İstanbul İMKB oluşumunda katkılar sağlamıştır. Bu Makaleler dizisinde Av. Bülent Seyhan’ın yazılarını inceleyebilirsiniz.

Türkiye’de Turkuaz Kart Nasıl Alınır?

Türkiye’de ikamet edebilme ve çalışma izni anlamına gelen ve şartlar tamamlandıktan sonra Türk vatandaşlığına geçişin çok daha kolay olduğu uygulamanın adı “Turkuaz Kart” uygulamasıdır. Turkuaz Karta ilişkin hususlar 17 Mart 2017 tarihinde yürürlüğe giren Turkuaz Kart yönetmeliği ile ortaya konmuştur.

Bu yönetmeliğe göre Turkuaz Kart sahibi olabilmek için aşağıdaki şartlar gereklidir:

“Turkuaz Kart;

a) Eğitim düzeyi, ücreti, mesleki bilgisi ve deneyimi, bilim ve teknolojiye katkısı ve benzeri nitelikleri itibarıyla yüksek nitelikli işgücü olarak değerlendirilen,

b) Yatırım veya ihracat düzeyi, sağlayacağı istihdamın büyüklüğü, bilimsel ve teknolojik gelişmeye yaptığı katkı ve benzeri özellikleri itibarıyla yüksek nitelikli yatırımcı olarak değerlendirilen,

c) Bilimsel ve teknolojik gelişmeye katkı sağlayan veya bilim, sanayi ve teknoloji alanlarında uluslararası düzeyde ülke menfaatleri açısından stratejik kabul edilen çalışmalar ve araştırmalar yapan bilim insanı veya araştırmacı,

ç) Kültürel, sanatsal veya sportif faaliyetler açısından uluslararası düzeyde başarılı olan,

d) Türkiye’nin veya Türk kültürünün uluslararası tanınırlığına veya tanıtımına katkı sağlayan, Türkiye’nin milli menfaatlerine ilişkin hususlarda uluslararası düzeyde faaliyette bulunan yabancılara verilebilir.”

Turkuaz Kart başvurusunda bulunmak için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na veya Türkiye’nin yurtdışı temsilciliklerine başvurmak gerekmektedir. Bu işlemler vekalet verilerek bir hukuk bürosu aracılığıyla da yapılabilmektedir.

Ticareti Terk Suçu

Tacirler ticareti tamamen terk ettikleri zaman belli sorumluluklar doğar. Bu sorumluluklar yerine getirilmediğinde ise belli yaptırımlarla karşılaşabilirler. Bu durumlardan birisi de ticareti terk durumunda İİK m. 44’te belirtilen sorumluluklardır. 

İİK madde 44’e göre “Ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur.” Eğer tacir bu bildirimi yapmazsa İİK gereği ticareti terk suçunu işlemiş olur ve yaptırımlarla karşılaşabilir.

“Madde 44 – (Değişik: 18/2/1965-538/22 md.)

Ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur.

Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazete’de ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mütat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemiyen tacir beyanda bulunmamış sayılır.

Bu ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabilir.

Ticareti terk eden tacir, mal beyanının tevdii tarihinden itibaren iki ay müddetle haczi kabil malları üzerinde tasarruf edemez.

Üçüncü şahısların zilyedlik ve tapu sicili hükümlerine dayanarak iyi niyetle elde ettiği haklar saklıdır. Ancak karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren ikinci dereceye kadar (Bu derece dahil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasındaki iktisaplarda iyi niyet iddiasında bulunulamaz.

Mal beyanını alan merci, keyfiyeti tapu veya gemi sicil daireleri ile Türk Patent Enstitüsüne bildirir. Bu bildiri üzerine sicile, temlik hak- kının iki ay süre ile tahdit edilmiş bulunduğu şerhi verilir. Keyfiyet ayrıca Türkiye Bankalar Birliğine de bildirilir.

Bozulmaya maruz veya muhafazası külfetli olan veya tayin edilen kanuni müddet içinde değerinin düşmesi kuvvetle muhtemel bulunan mallar hakkında, tacirin talebi üzerine, mahkemece icra memuru marifetiyle ve bu kanun hükümleri dairesinde bu malların satılmasına ve bedelinin 9 uncu maddede yazılı bir bankaya depo edilmesine karar verilebilir.”

Ticareti terk suçu işleyen bir tacir için yaptırım ise İİK madde 337/a’da düzenlenmiştir. Bu düzenemeye göre ticareti terk ettiğini ve bütün aktif pasif ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmayan tacirler yetkili İcra Ceza Mahkemesi’nde görülecek dava ile üç aydan 1 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabilirler.

“Ticareti terk edenlerin cezası:

Madde 337/a – (Ek: 18/2/1965-538/133 md.; Değişik: 31/5/2005-5358/8 md.)

44 üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez.

Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır.”

Öte yandan bu suça ilişkin belli başlı tartışmalar söz konusudur. Bu tartışmalardan birisi bir şirketin (yetkilisinin) bu suçu işleyip işleyemeyeceğidir. 2009 yılı öncesinde, şirket yetkilisinin şirketin ticareti terk etmesinden ötürü doğan sorumluluğu yerine getirmemesinden dolayı bu suçu işleyebileceğine yönelik Yüksek Yargı kararları mevcuttur. Bu davalara ilişkin kararlar 2009 yılı sonrası değişerek ve  şirket yetkilisinin bu suç sebebiyle cezalandırılamayacağına ilişkin kararlar çıkmaya başlamıştır. 2012 yılında ise Yargıtay Ceza Genel Kurulu konu ile ilgili karar vermiş ve bir şirketin ticareti terki neticesinde bu bildirimi yapmayan yetkiliye ceza verilebileceğini karara bağlamıştır. Esasen bu tartışmaların çıkışı daha çok kanunun gerçek taciri kast ettiği yönündeki düşüncelerden kaynaklanmaktadır. Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulu bu konuda yukarıda belirttiğimiz yönde karar vermiştir.

Öte yandan YCGK’nin bu kararına ilişkin bilinmesi gereken bir başka husus ise ticareti terkin tam anlamıyla ne zaman yapılmış sayılacağına ilişkindir. Bununla ilgili Yüksek Yargı kararlarında ölçüt, uygulamada zaman zaman iddia edildiği gibi tebligatın yapılamaması değil, zabıta yoklaması ve vergi dairesinden yapılacak yoklama ile öğrenilmesi gerektiğidir.

Stj. Av. Haldun BARIŞ

Süreli – Süresiz Çalışma İzni Nedir ?

Süreli Çalışma İzni Nedir?

6735 Sayılı Kanunun Madde 10/1-2 bendine göre başvurusu olumlu değerlendirilen yabancıların iş ve iş sözleşmesi süresini aşmamak kaydıyla geçek veya tüzel kişiyle ya da kurum veya kuruluşlarla belirli bir iş yerinde ya da aynı iş koluna bağlı belirli yerlerde çalışmak üzere ilk başvuruda en fazla 1 yıl olmak üzere geçerli  çalışma izni verilir.

İlk yılı tamamlayan başvuruları olumlu değerlendirilen şahısların aynı iş yerine bağlı olarak yapmış olduğu uzatma başvurusu öncelikle iki yıl olarak, daha sonraki başvuruları da üç yıla kadar çalışma süreci uzatılmaktadır. Ancak farklı bir iş yerinde çalışması durumunda aynı maddenin 1. fıkrası geçerli sayılmaktadır.

Süresiz Çalışma İzni Nedir?

Türkiye’ de uzun süreli ikametgah almış olan veya en az kanuni olarak çalışma izni olan yabancılar süresiz çalışma izni için başvuruda bulunabilirler. Ancak Süresiz Çalışma izni almış olan yabancılar başvuru şartlarını sağlamaları durumunda dahi mutlak hak kazanmış sayılmamaktadır.

Süresiz çalışma izni hak kazanmış olan yabancılar; uzun dönem (uzun süreli) ikametgah izninin sağlamış olduğu tüm haklardan yararlanabilir. Özel kanundaki düzenlemeler hariç sosyal güvenliğe ilişkin kazanılmış hakları saklı kalmak kaydı ile mevzuat hükümlerine tabi kalmak şartı kaydıyla Türk vatandaşlarına tanınmış olan bütün haklardan yararlanabilirler. Ancak süresiz Çalışma izni kazanmış olan yabancılar seçme seçilme, kamu kurumlarına girme hakkı bulunmamakta olup, askerlik hizmeti yapma yükümlülüğü bulunmamaktadır.

Bağımsız Çalışma İzni

Profesyonel meslek grubundaki yabancı kişilerin; kanunda belirtilen özel şartları sağlaması kaydıyla bağımsız çalışma izni verilir.

Uluslararası Çalışma politikası doğrultusunda; yabancının eğitim düzeyi, meslekteki deneyimi, bilim ve teknoloji alanında vereceği destek, Türkiye’de yatırımlarının ülke ekonomisine desteği, istihdam etkisi, İş gücü Politikası Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda  Bakanlıkça belirlenecek diğer hususlar dikkate alınarak bağımsız çalışma izni verilir. Bağımsız çalışma izni yabancıya süreli olarak düzenlenir.

Süreli – süresiz çalışma izinleri.

Sosyal Medyada İşlenen Suçların Soruşturulması

Haldun BARIŞ[1]

Giriş

            Günümüzde sosyal medya kullanımının yoğunluğu yadsınamayacak düzeylere ulaşmıştır. Sosyal medya, kullanıcılarına sağladığı eşsiz sınırsız alan ile her kesimden insanın kullandığı ve içerikleri ile katkı sağladığı bir iletişim dünyasıdır. Hiç şüphesiz bu denli etkili mecraların denetlenmesi ve bu ortamlarda yasal bir takım düzenlemelerin yapılması kaçınılmazdır. Nitekim pek çok ülke sosyal medya mecraları ve kullanıcılarının işleyebileceği suçlara yönelik pek çok düzenleme yürürlüğe koymuştur. Ancak bu düzenlemelerin işlerliği ve bu suçlara yönelik soruşturma aşamasında delil elde edilebilmesi oldukça güçtür ve kendine has bir yapıya sahiptir. Bu nedenle konuya ilişkin çalışmaların artması gerekmektedir.

            Sosyal medyada işlenen suçlara bakıldığında oldukça geniş bir skalaya sahip olduğu görülür. Bilişim suçları, hakaret suçu, tehdit suçu, cinsel taciz suçu, şantaj suçu, dolandırıcılık suçu, müstehcenlik suçu, kişisel verilere ilişkin suçlar vd. sosyal medya mecraları aracılığıyla en çok işlenen suçlar olarak sayılabilir.[2] Öte yandan zaman zaman anayasal düzene yönelik suçlar da sosyal medya mecraları aracılığıyla işlenebilmektedir.

Sosyal medyanın insanlara sağladığı özgürlük ortamı, anonimlik, gizlilik güvencesi ile sosyal medya mecraları aslında suç işlemeye oldukça müsait alanlardır. Öte yandan elbette faydalarının saymakla bitmeyeceği, düşünce ve ifade hürriyetine çok ciddi katkıda bulunan bu mecraların bu bağlam da gözetilerek ele alınması gerekir. Dolayısıyla sosyal medya mecralarındaki suç şüpheleri veya bu alana yönelik düzenlemeler, insanların düşünce ve düşündüklerini rahatça ifade edebilme hürriyetine balta vurmamalıdır.

Yukarıda bahsettiğimiz hususla ilgili sosyal medya mecraları da bir tartışmanın içerisindedirler. Özellikle Batı’daki tartışmalar sosyal medyadaki denetimin nasıl olacağına yönelik olarak sürmektedir. Bu noktada tartışmalar başlıca; uluslararası antlaşmalar ile denetim yapılması yönünde veya devletlerin denetim yapması yönünde veya sosyal medya mecralarının kendi içlerinde bir denetim mekanizmaları kurmaları yönündeki görüşlerde toplanmıştır. Bu tartışmaların ana odağı ise denetim ile ifade özgürlüğünün çatışması noktasındadır. Bu noktada özellikle sosyal medya mecralarının devletlerden gelen baskılara karşı kendi denetim mekanizmasını oluşturup kullanıcılarının anonimliğini koruma eğiliminde olduklarını belirtmek gerekir. Bu eğilimin özellikle küreselleşen dünyada güçlenen şirket etkisi ile ilgili olduğunu da ifade edebiliriz.

Konuyla alakalı olarak yakın zamanda ülkemizde de sosyal medya mecraları ile ilgili düzenlemeler getirilmiştir:

  1. Sosyal Medya Düzenlemeleri

            Pek çok devlet son zamanlarda sosyal medyaya yönelik mevzuat düzenlemelerine gitmektedir. Türkiye’de de geçtiğimiz aylarda kamuoyunda “Sosyal Medya Kanunu” olarak bilinen 7253 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile bu düzenlemeler gerçekleştirildi. Bu düzenlemelere baktığımızda bu düzenlemelerin getirdiği yenilikleri şu şekilde özetleyebiliriz:

Bu düzenlemeler ile temel olarak Türkiye’de bir milyondan fazla günlük erişimi bulunan sosyal ağ sağlayıcı Türkiye’de bir temsilci bulundurmak zorunda kalacaktır. Eğer gerçek Türk kişi veya tüzel kişi ile temsilci bulundurmazsa bunun ekteki infografikte (Sosyal Medya Yasası-1) görülebileceği üzere pek çok yaptırımı olabilir. Aslında bu düzenlemedeki en temel ve en önemli husus budur. Çünkü genel olarak ABD dışındaki pek çok ülkede sosyal medyada işlenen suçlarla mücadelede muhatap bulunamaması sorunu söz konusudur. Bu noktada sosyal ağ sağlayıcısına ABD ile adli yardımlaşma anlaşmaları çerçevesinde ulaşılmak istendiğinde dahi çoğu zaman sonuç alınamayabilmektedir.

            Sosyal medya mecraları internet ortamının kendine has yapısının zorluğu, ifade hürriyeti hassasiyeti ve şirketler arasındaki rekabet nedeniyle suçların ve suçluların ortaya çıkarılmasının oldukça zor olduğu alanlardır. Bu mecralardaki suç şüphelerine yönelik soruşturmalarda da muhatap bulamama, delil elde edememe, şüphelinin kimliğinin tespitinin zor olması gibi pek çok problemle karşılaşılmaktadır:

  1. Sosyal Medyada İşlenen Suçların Soruşturulması ve Deliller

            Sosyal medyadaki bir suç şüphesinin soruşturulması noktasında çoğu zaman ilk delil ekran görüntüsü denilen içeriğin görüntüsünün kullanılan cihaza kaydedilmesi ile elde edilmektedir. Kişinin kullandığı sosyal mecradaki kullanıcı adı, profil adı, çoğu zaman içeriği attığı tarih ve varsa profil fotoğrafı ile içerik bu delilde elde edilebilmektedir. Ancak hukuki soruşturmaların en çetrefilli hale geldiği kısım da tam olarak bu kısımdır. Bir sosyal ağda aynı profil adına sahip onlarca hatta yüzlerce kullanıcı bulunabilir. Kullanıcı adlarında ise ufak değişikliklerle örneğin “@mehmet1” “@mehmet2” gibi pek çok benzer kullanıcı adı mevcut olabilir. Öte yandan bir sosyal medya profilini aynı anda birden fazla kişi de kullanabilmektedir. Hatta bu kişiler birden fazla ülkeden sosyal medya profiline bağlanabilmektedir.  Bir diğer durum ise VPN adlı sistemlerin kurulması ile IP adreslerinin sürekli olarak değişmesi ve gerçek IP adresinizin gizlenmesi durumudur. Yani gerçekte Türkiye’den bir sosyal mecraya bağlanıyorken, sosyal ağ sağlayıcısı sizi Finlandiya’dan bağlanan bir kullanıcı olarak görebilmektedir. Sizin gerçek kullanıcı bilgileriniz VPN hizmetini sağlayıcı şirkette bulunabilir veya o şirketin gizlilik politikasına göre derhal imha edilerek kimliğinizin anonimliğine katkı sağlanmış olabilir. Öte yandan, çeşitli tarayıcı sistemleri ile durum biraz daha karışık hale de gelebilmektedir. Örneğin “Tor Browser” adlı sistem[3], VPN veya proxy sistemlerinden biraz daha farklı bir biçimde, özetle şifreli tünellerde kullanıcılarını karıştırarak anonimlik sağlamaktadır. Bu sistem ile internetteki izleriniz ciddi şekilde korunabilmektedir.

İşte bu gibi durumlar suç şüphesi barındıran içeriğin sahibinin gerçekte kim olduğunun araştırılması gerekmektedir. Bu da IP adreslerinin bilinmesi ile mümkün hale gelebilmektedir. IP bilgilerine ulaşılabilmesi için de ağ sağlayıcısının gereken bilgiyi vermesi ve aynı zamanda yukarıda saydığımız yöntemler ile gerçek IP adresinin gizlenilmemiş olması gerekmektedir. Öte yandan uygulamada sosyal ağ sağlayacılarının pek çoğu, kullanıcılarına anonimlik ve gizlilik sağlayamayacağı gerekçesi ile zaten genellikle (çocuklara yönelik istismar şüphesinde, çocukların kullanıldığı müstehcen içeriklerde ve de şiddet içeren terör eylem şüpheleri  hariç) adli mercilere bilgi vermekten kaçınmaktadır.

            Sosyal medyada işlenen suçlarla ilgili olarak bir diğer delil elde edebilme yöntemi ise elektronik cihazlara el konmasıdır. Bu cihazlar üzerinde yapılacak incelemelerle belli ölçüde deliller elde edilebilir. Ancak bu cihazlarda yapılacak arama ve el koyma işlemi CMK 134. maddeye uygun bir biçimde yapılmalıdır. Aşağıdaki örnekte Yargıtay, CMK 116-119 maddelerine dayanılarak alınan arama kararında bilgisayara el konulmasını hukuksuz saymış ve delilleri hukuki olarak kabul etmemiştir:

“İncelemeye konu olayda; İstanbul Anadolu 35. Sulh Ceza Mahkemesinin 17/04/2013 tarih ve 2013/510 değişik iş sayılı kararı ile sanığın evinde CMK 116-119 maddeleri uyarınca arama yapılmasına dair karar verildiği, bu karar kapsamında yapılan aramada sanığa ait iki adet bilgisayara el konulduğu, yine İstanbul Anadolu 36. Sulh Ceza Mahkemesinin 18/04/2013 tarih ve 2013/195 değişik iş sayılı kararı ile sanığın ikametinden ele geçen bilgisayar üzerinde inceleme yapılması ve kopya çıkarılmasına hükmedildiği anlaşılmakla, arama sonrası bilgisayarların yedeklemesinin yapılıp şüpheliye verildiğine dair bir ibareye tutanakta yer verilmediği gibi, 18/04/2013 tarih ve 2013/195 değişik iş sayılı kararın ise bilgisayarlara el konulmasından sonra alındığı, bu suretle CMK’nın 134. maddesi hükümlerine riayet edilmeyerek bilgisayar kütüklerinde bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, bilgisayar kasasında hukuka aykırı yapılan bu arama ve el koyma sonucu elde edilen delillerin de hukuka uygun elde edilmiş delil niteliğinde olmadığı, delil değerlendirme yasağı kapsamında kaldığı kabul edilip, tebliğnamedeki görüşe iştirak edilmeyerek, dosya görüşüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.  Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede:  Eyleme ve yükletilen suça yönelik O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz iddiaları yerinde görülmediğinden tebliğnameye aykırı olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA, 24/04/2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.”  (Yargıtay 18.Ceza Dairesi  Esas: 2016/ 8680 Karar: 2018 / 5914  Karar Tarihi: 24.04.2018)

            Sosyal medyada işlenen suçlara ilişkin bir diğer delil elde etme yöntemi ise ağ adli bilişimi ile elde edilen delillerdir. Ağ adli bilişimi:

“Ağ adli bilişimi, belirli bir sistem içerisinde kurulu olan Local, Wan ya da İnternet ağ trafiklerinin izlenmesi, analiz edilmesi ve analiz neticeleri doğrultusunda adli makamlara gerekli bilgilerin verilmesi şeklinde tanımlanabilir. Bu disiplin sayesinde elde edilen veriler gerekli görüldüğü durumlarda erken uyarı sistemleri içinde kullanılmaktadır. Ağ seviyesinde yapılan teknik incelemeler, genel olarak paket seviyesinde anlık olarak ya da depolanarak, belirli zaman aralıkları ile yapılmaktadır.” (Prof. Dr. Muharrem Özen, Gürkan Özocak, Adli Bilişim, Elektronik Deliller ve Bilgisayarlarda Arama ve El Koyma Tedbirinin Hukuki Rejimi (CMK M. 134), Ankara Barosu Dergisi 2015/ 1)

Ağ adli bilişiminin yanı sıra sosyal medya hesaplarında uzmanların yapacağı incelemeler de delil olarak değerlendirilebilir.

  1. Uygulamadan Örnek Karalarla Sosyal Medyadaki Suçların Soruşturulması

            Sosyal medyada işlenebilecek suçların soruşturulması ile ilgili yukarıda da izah etmeye çalıştığımız üzere en önemli sorun, şüphelinin kimliğinin tespitine ilişkindir. Şüphelinin kimliği, ağ sağlayıcının işbirliği ile IP numarası üzerinden tespit edilse dahi şüphelinin savunmaları doğrultusunda soru işaretleri barındırabilmektedir. Öte yandan  en azından ağ sağlayıcıların işbirliğinin sağlanabilmesi ile ilgili olarak Türkiye temsilci bulunma zorunluluğu getirmiş ayrıca ilgili mahkeme kararlarına uyulmamasına ilişkin yaptırımlar düzenlemiştir. Ancak halen daha çoğu sosyal ağ sağlayıcı ülkemizde temsilci bulundurmamaktadır.  Bu durumun neticesinde de savcılıklar, soruşturmaları, takipsizlik kararı ile sonuçlandırabilmektedir.  Öte yandan Yargıtay’ın bu durumlara ilişkin olarak verdiği kararlar ise şöyledir:

“… Ancak; suça konu www.facebook.com/…. nolu hesap açılırken kullanılan IP numarası, elektronik posta adresi ve hesapta paylaşılan fotoğraf ve yazıların adli yardımlaşma yoluyla Facebook Inc. (…. US AMERİKA) isimli firmadan temin edilmesi ve sonucuna göre suça sürüklenen çocuğun hukuki durumunun tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle beraat kararı verilmesi Kanuna aykırı ve katılan E. O. vekilinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden Tebliğname’deki onama düşüncesinin reddiyle HÜKMÜN BOZULMASINA,”(YARGITAY 4. Ceza Dairesi 2014/20593 E.,  2014/30476 K., 27.10.2014 T.)

2014 yılına ait bu kararda Yüksek Yargı, adli yardımlaşmaya dayanarak Facebook’tan IP numarasının istenmesi gerektiğine hükmetmiştir. Bu talep sonuçlandırılmadan kurulacak hükmün eksik inceleme ile kurulmuş olacağını belirtilen Yargıtay bu hükmü bozmuştur. Yüksek Yargı kararlarında benzer pek çok hüküm bulunabilir. Bu noktada Yargıtay’ın müstekar kararlarında, şirketlerin yardım etmeyeceği/IP bilgilerini vermeyeceği varsayımı ile hareket etmenin hukuki olmayacağı vurgulanmaktadır.

Bir başka Yargıtay kararında ise yine ABD’nin istinabe taleplerini cevaplamadığından bahisle takipsizlik kararı verilemeyeceği belirtilmiş, şirketler yanıt vermese, şüpheli tespit edilemese dahi davanın zamanaşımı süresince araştırılması gerektiği belirtilmiştir.[4] Kanaatimizce de bu karar isabetlidir. Çünkü istinabe talebine yanıt verilmemesi, şüphelinin bu süreç içerisinde tespit edilemeyeceği anlamına gelmez. Şirket politikaları veya ağ sağlayıcılara yönelik düzenlemeler  de değişebilmektedir. Bu nedenle araştırma ve incelemeler zamanaşımı süresince devam etmelidir. Aksi halde kanundaki şartlar sağlanmış olmayacaktır.

Öte yandan, sosyal medyada işlenen suçlara ilişkin, şüphelinin kimliğinin tespitinde başka türlü delillerin kullanılıp kullanılamayacağına da bakılması gerekir. Örneğin, kamuya açık bir biçimde fotoğraflar paylaşan ve kişinin hesabının kendisine ait olduğu şeksiz şüphesiz bir biçimde açık olan durumlarda bu delillerin değerlendirilmesi gerekir. Öte yandan cihazlarda yapılacak teknik incelemelerde de soruşturma konusu hesabın kullanıcısının şüpheli olup olmadığı araştırılabilir. Ancak bu denli net delillerde dahi, şüphelinin soruşturmaya konu içeriği “ben atmadım, hesabım hacklendi, IP çakışması yaşandı vs.” gibi savunmalarla reddetmesi durumunda bu delilere dayanarak da hüküm kurulamayacağı açıktır. Bu noktada bir Yargıtay kararında şüpheli hakkında , “değişken tipli aynı IP bilgisi hizmet sağlayıcılarca farklı zamanlarda farklı bilgisayarlara verildiği gibi çeşitli yöntemlerle (proxy, IP kopyalama, şifresiz kullanım vs) aynı zaman aralığında farklı bilgisayarlara  verilmesinin de mümkün olduğu, bu bağlamda, profil hesaplarının sanık tarafından açılarak hesaplardaki yapılan tüm işlemlerin onun tarafından yapıldığının kabul edilemeyecek olması”[5] gibi gerekçelerle beraat kararı onaylanmıştır. Kanaatimizce oldukça önemli sayılabilecek bu kararda internet üzerindeki suçların tespitinde adli mercilerin çok daha dikkatli olması gerektiği ve şüpheye yer kalmayacak şekilde deliller ile hüküm kurulması gerektiği vurgulanmıştır.

  1. Sonuç

            Sosyal medya mecralarında işlenen geleneksel veya bilişim suçlarının soruşturulması tipik yollarla işlenen suçlara göre daha zordur. Bu zorluğun en önemli kısmı şüphelinin kimliğine ilişkindir. Mahkeme, kullanıcının profilinden şüphelinin kimliği açık bir biçimde anlaşılsa dahi, soruşturmaya konu içeriğin şüpheli tarafından atıldığına da şüpheye yer olmadan kanaat getirmiş olmalıdır. Bu da ancak VPN, proxy veya başka çeşit anonim sağlayıcı sistemlerin kullanılmadığı durumlarda ve ağ sağlayıcının IP adresini paylaşma noktasındaki işbirliğine bağlıdır. Her ne kadar son zamanlara kadar bu durum adli istinabe ile sağlanmaya çalışılsa da yakın zamanda çıkan 7253 sayılı kanun ile sosyal ağ sağlayıcıların temsilci bulundurma zorunluluğu getirilmiş ve bu durumun bu şekilde aşılması planlanmıştır. Ancak şirketler, gizlilik ve anonimlik ilkeleri gereğince kullanıcılara ait IP adreslerini vermekten imtina edeceklerdir. Öte yandan bu durumun ifade hürriyeti açısından da tartışılan bir boyutu olduğu/olacağı ortadadır.

            Sosyal ağlar yoluyla işlenen suçların soruşturulması kısmında, delil elde edilmesi bilişim hukukunun da alanına girdiğinden özellikle bu alanda uzman savcı-hakimlerin yetiştirilmesi veya bu alanda ihtisas mahkemelerinin kurulması gerekebilir. Ancak uygulamada, adli mercilerin bu alanlarda delil elde etme yöntemlerine aşina olmadıkları, sıklıkla istinabe talebine cevap verilmeyeceği gerekçesi ile takipsizlik kararı verdikleri veya etkili bir kovuşturma aşaması yürütülmediği yüksek mahkeme kararlarına yansımaktadır. Bu durumun düzeltilebilmesi için sosyal medya yoluyla işlenen suç şüphesi durumlarında deliller usule uygun bir biçimde toplanmalı, kullanıcı hesaplarını analiz eden uzman görüşleri istenmeli, tespit edilebiliyorsa IP adresleri tespit edilmeli ve dosya bütün deliller göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir.

EK İnfografik: Sosyal Medya Yasası-1,2

Yararlanılan Kaynaklar

1)Av. Gürkan Özocak, Sosyal Medyada İşlenen Suç Tipleri ve Suçluların Tespiti, ozocak.com

2)Av. Ümit Erdem, Av. Arb. Çağrı Şükrü Uluslu, Av. Gökberk Dumancı, Yargıtay  (2014 – 2016) Kararlarında Sosyal Medya, Legal Yayıncılık, 2016

3)Dr. Yavuz Erdoğan, Türk Ceza Kanunu’nda Bilişim Suçları (Avrupa Konseyi Siber Suç Sözleşmesi  ve Yargıtay Kararları İle), Legal Yayıncılık, 2013

4)Nursel Yalçın, Filiz Gürbüz, ,Sosyal Ağlarda İşlenen Suçlar, Facebook Sosyal Ağı Örneği, ab.org.tr,

5)Mevzuat: 5271 sayılı CMK, 5651 sayılı kanun, 7253 sayılı kanun

6)Prof. Dr. Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınevi, 2019.

7)Prof. Dr. Muharrem Özen, Gürkan Özocak, Adli Bilişim, Elektronik Deliller ve Bilgisayarlarda Arama ve El Koyma Tedbirinin Hukuki Rejimi (CMK M. 134), Ankara Barosu Dergisi 2015/ 1

8)İnternette Anonimlik ve Tor Projesi, http://politeknik.org.tr/wp-content/uploads/2012/08/internette_anonimlik.pdf

9)Yargıtay Kararları


[1] Stj. Avukat

[2] Sosyal medyada işlenen suçlarla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Nursel Yalçın, Filiz Gürbüz, ,Sosyal Ağlarda İşlenen Suçlar, Facebook Sosyal Ağı Örneği, ab.org.tr,

[3] İnternette Anonimlik ve Tor Projesi, http://politeknik.org.tr/wp-content/uploads/2012/08/internette_anonimlik.pdf

[4]Somut olayda müşteki vekilinin şikâyet dilekçesi üzerine başlatılan soruşturma kapsamında, facebook, twitter, instagram gibi sosyal paylaşım siteleri ile ilgili olarak yapılan istinabe taleplerini Amerika Birleşik Devletleri adlî makamlarının cevaplamadığından bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş…

Her ne kadar ABD’nin hakaret suçlarına ilişkin istinabe taleplerine yanıt vermediğinden şüphelinin tespit edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmişse de, CMK’nın 172/1. maddesindeki, kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinin somut olayda mevcut olmadığı, dolayısıyla şüphelinin tespitine yönelik olarak gerekli tüm soruşturma işlemleri yapıldıktan sonra, şüphelinin tespiti halinde iddianame düzenlenmesi, şüpheli tespit edilemediği takdirde ise dava zamanaşımı süresince soruşturmaya devam edilmesi gerektiği anlaşılmakla, merciince itirazın kabulüne karar verilmesi yerine reddedilmesi hukuka aykırı görülmüştür.” (YARGITAY  18.Ceza Dairesi  Esas: 2019/ 23599  Karar: 2020 / 6873  Karar Tarihi: 10.06.2020)

[5] YARGITAY 12. Ceza Dairesi 2014/11923 E., 2015/14 K., 12.01.2015 T.)